Var edildiği cihanda kişioğlunun
tekil yaşam süremeyip nesep veya sebep bağı ile toplumlaşması, bunun doğal bir
sonucu olarak devletleşmesi ve bu devletlerin hangi hukuk nizamına göre
yönetildiğini bir önceki yazımda irdelemeye çalışmıştım. Tarih boyunca birçok yönetim şekliyle
yönetildi insanlar. Bunlardan geçmişten günümüze en fazla rağbet göreni nesep
asabiyetine dayalı Monarşi’dir. Tarih içinde insanoğlunun dünyanın hemen her
yerinde, çoğu kez birçok insanın savaşlarda veya ülke içi karışıklıklarda
bedelini canlarıyla ödedikleri birçok tecrübeyle monarşik rejimlerden
vazgeçilmiş, vazgeçmeyenler ise halkın iradesinin yansıdığı meşrutiyet ile
monarşiyi cem edip meşruti monarşiye geçmişlerdir. Tabii insanoğlunun daha iyi
yönetim arayışlarında vardığı üst nokta demokratik cumhuriyetlerdir. Bugün
Batı’da ve dünyanın birçok ülkesinde bu yönetim biçimi benimsenmiştir. İlginç
olan ise son iki yüz asırdır kolonyal savaşlar sonucu bugünkü güç dengelerinin
oluştuğu dünya düzeninde İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların vs. sonradan
haritalarını çoğunlukla cetvelle çizdikleri daha önceki sömürgelerinde veya
nüfuzunun etkili olduğu ülkelerde demokratik cumhuriyetlere geçişe geçmişte de
günümüzde de izin vermeyişleridir. Bu tür ülkelerde ya ülke coğrafyasında azınlık
durumunda olan bir aileye monarşik rejimler verilmiş ya da zihniyet olarak
azınlıkta olan gruplar o ülkenin beyazları olarak bir şekilde (tek parti
yönetimleri, baas rejimleri veya göstermelik demokratik yönetimlerde darbelerle
ordunun egemen olduğu ve/veya ayar verdiği rejimlerle) yönetimde tutulmuş.. Bunda
amaç zahiren bitmiş görünen sömürü düzeninin Batılıların çıkarına, maslahatına
devam etmesi tabii ki.. Batılılar dünyaya egemen olalı beri demokrasi, insan
hakları, hukukun üstünlüğü gibi birçok cihanşümul olması gereken değeri
zihinlerinin arka planında var olan “üstün ırk” düşüncesiyle sadece kendilerine
layık görmüşlerdir. Yani “üstün ırk” düşüncesi sadece Yahudilerde veya Hitlerde
olan bir sapık düşünce değil kanaatimce, Batı’nın tamamına teşmil olmuş
durumda.. Dün ve bugün dünyanın envai yerinde dramatik bir şekilde yaşanan,
vicdanı olanların, insan kalanların yüreğini dağlayan pek çok acı veren olay
(kitlesel katliamlar, kimyasal veya konvansiyonel silahlarla yapılan kıyımlar,
kuraklıktan kaynaklanan ölümler, Çin’de veya Arakan’da yaşanan zulümler gibi
gibi gibi- saymakla bitmiyor) Batılıların kendileri dışındaki dünyaya pay
biçtikleri rolü ve kıymeti gösteriyor. İşte bu yüzdendir ki Somali’de yüz
binden fazla insan daha beş yıl önce açlıktan kırılırken kılları kıpırdamıyor,
Suriye’de bir hunhar despot yüzbinlerce insanı katlediyor ama ilk hedef olmuyor
veya Çin’de dini nikah-cenaze töreni yasaklanıyor kimsenin gıkı çıkmıyor..
Daha geçtiğimiz yıllarda Tunus’ta
başlayan ve Arap dünyasına yayılan “bahar”ın kısa sürede tam da Batılıların her
açıdan istedikleri şekilde “zemheri kış”a evrilmesi de bu yüzden, Güney Amerika
ülkelerinin her on yılda bir iç karışıklık ve darbe dilemmasında yaşamaları da
bu yüzden..
Batı’nın medeniyet anlayışı, Toynbee’nin
tariflediği gibi sadece yine bir sömürü-sömürgeleştirme aracı olan “teknolojide,
bilimde ve gücün kişisel olmayan biçimde kullanılışındaki gelişme”ye dayalı ve bu anlayışın “dürüstlükle ve ahlâkî gelişmeyle
ilişkisi olmayan” bir zihnî altyapısı var. Onlar için kıymetli olan sadece
kendileri ve kurdukları düzenin devamı.. Dünyanın geri kalanı ancak bu amaca
hizmet için var olabilir; “kendisi” olarak, “özgür” olarak, “eşit” olarak,
“onurlu” olarak var olamaz, yaşayamaz. Buna karşı çıkana, direnene de haddi acı
bir reçeteyle bildirilir.
Tabii bu düzen böyle gitmesin
deyi daha adil ve ahlaklı bir noktaya gelsin isteyen düşünürler, bilginler,
sanatçılar, siyasi liderler yok mu var. Gözlerinin içine baka baka “Dünya
beşten büyüktür.” diyen bir lideri alaşağı etmek için yapmadıkları hile,
desise, kumpas kalmadı; olmadı, doğrudan askeri darbeyi bile denediler aşağılık
maşalarıyla.. Ama çok şükür bu sefer işler istedikleri gibi gitmedi, bundan
sonra da gitmeyecek inşaallah.
Tekrar kendimize dönersek birçok kez
durdurulmak istenen, ınkıtaya uğratılan, darbeler alan medeniyet
yolculuğumuzda, her birimizin gücü, imkânı, etkisi, yetkisi nispetince mükellef
olduğu bu seyr ü seferde bir yol ayrımındayız. Şöyle bir anayasalar tarihimize
bakarsak iki kez sadaret görevinde bulunup ülkemize birçok kayıplar verdiren ve
darbeciliği ile meşhur Mithat Paşa’nın hazırlattığı Kanun-i Esasi’den günümüze,
kısa bir geçiş dönemi için hazırlanan 1920 anayasası hariç tüm anayasalarımız
milletin sivil iradesini yansıtanlarca hazırlanmamış, hep bir askerî vesayetin
gölgesinde yazılmış. İlk defa tamamı olmasa da hükumet etme biçimini,
yürütme-yasama-yargı erklerinin işleyişini millet lehine düzenleyen; yargının
oligarşik yapıların eline geçip ayrı bir vesayet odağı olmasının önüne geçen,
askerî vesayeti zayıflatan ve en önemlisi de milletin temsilcisi sivil irade
tarafından hazırlanan bir anayasa değişikliğini oylayacağız. Tabii ki
insanoğlunun hazırladığı ve yaptığı hiçbir şeyde olmadığı gibi bu sistemde de mükemmeliyyet,
kusursuzluk aranamaz ve fakat demincek bahsettiğim hususlardan dolayı daha
önceki anayasalardan, özellikle de sivil iradenin asker, yargı, bürokrasi gibi
birçok vesayet unsurlarıyla baskılandığı 1982 anayasasından daha evladır,
muteberdir. Burada şu hususa da açıklık getirmek gerekiyor ki önerilen cumhurbaşkanlığı
sisteminin parlamenter sistemden tamamen kopuk olduğu gibi bir algı yaratılmaya
çalışılıyor, hâlbuki yürütme erki, İngilizce “Impeachment” denilen meclis
soruşturmasıyla denetlenebiliyor. Neyse sözü, daha fazla uzatmadan geçen hafta
yazımın sonunda bahsettiğim veçhile 2011’de meclise gönderdiğim, anayasada yer
almasını önerdiğim maddeleri aktararak bitireyim. Selam ve dua ile.
1. Başkanlık sistemi
2. Seçim barajının olmadığı veya
kısıtlı olduğu, parti teşkilatlanmasını ve milletvekili adaylarını parti
üyelerinin seçimle belirlediği demokratik siyasal parti sistemi
3. Bireyin “can, mal,
akıl(düşünce), nesil ve din” emniyetini sağlayan temel yaklaşım felsefesi
4. Kamu adına, millet adına karar
veren yargı organının bir vesayet odağına dönüşmemesi için milleti temsil eden
halkın seçtiği kişi ve kurumlarca yüksek yargı üyelerinin belirlenmesi.
5. Halkın daha aktif katılımının
olduğu ve ranta, keyfiliğe yer bırakmayacak bir belediyecilik kurumsal yapısı
6. Kamu çalışanlarının ve kamudan
hizmet alanların kamu idarecilerini-bürokratik unsurları değerlendirebileceği
bir yönetim mekanizması
7. Yöresel koşulları ve bireyin
farklılıklarını gözeten, öğretimin yanında değerler eğitiminin öncelendiği, temel
ve genel ilkeler ve çerçeve dışında öğretmenin daha aktif, özgür ve yaratıcı
olabileceği bir eğitim sistemi.
8. Üstün zekalı ve yetenekli
çocukları mecburi sürelere mahkum etmeyen, bireye bağlı özel eğitim-öğretim
programlarının uygulandığı, böyle bireylerin hayatları boyunca devlet
tarafından maddi güvence altında olduğu bir özel eğitim sistemi
9.Dolaylı vergilerin düşük
olduğu, doğrudan vergilerin temel alındığı bir vergi sistemi
10.Yoksul, yetim, dul, engellilerin
yani muhtaç ve mahrum olanların gözetildiği sosyal devlet anlayışı
11. Kamuda genel ahlaka muğayyir
olmayan kıyafet serbestîsi
12. İnternette, sosyal medyada, paylaşım
ağlarında bireyin hak ve özgürlüklerini koruyan yasal düzenlemeler
13. Kamuda meslek grupları
arasında onur kırıcı olmayan, eğitim seviyesine uygun ücretlendirme sistemi
14. Devlet veya özel arazilerin
uygun kısımlarının ağaçlandırılmasının ve korunmasının kurum, kuruluş ve
bireylere zorunlu tutulduğu bir düzenleme
15. Yapay hayvanat bahçelerinin
kaldırılması, hayvanların doğal ortamlarında yaşayabileceği milli park
alanlarının çoğaltılması
Dipnot: Bu öneri maddelerinin bir kısmı hayata geçmiş
durumda ve bazıları da aslında yasal düzenleme ile uygulanabilecek hususlar.
Ancak ülkemizde bazı meseleler anayasal güvence altına alınmayınca su’istimal
edilebiliyor.