15 Nisan 2017 Cumartesi

YOL AYRIMI

Var edildiği cihanda kişioğlunun tekil yaşam süremeyip nesep veya sebep bağı ile toplumlaşması, bunun doğal bir sonucu olarak devletleşmesi ve bu devletlerin hangi hukuk nizamına göre yönetildiğini bir önceki yazımda irdelemeye çalışmıştım.  Tarih boyunca birçok yönetim şekliyle yönetildi insanlar. Bunlardan geçmişten günümüze en fazla rağbet göreni nesep asabiyetine dayalı Monarşi’dir. Tarih içinde insanoğlunun dünyanın hemen her yerinde, çoğu kez birçok insanın savaşlarda veya ülke içi karışıklıklarda bedelini canlarıyla ödedikleri birçok tecrübeyle monarşik rejimlerden vazgeçilmiş, vazgeçmeyenler ise halkın iradesinin yansıdığı meşrutiyet ile monarşiyi cem edip meşruti monarşiye geçmişlerdir. Tabii insanoğlunun daha iyi yönetim arayışlarında vardığı üst nokta demokratik cumhuriyetlerdir. Bugün Batı’da ve dünyanın birçok ülkesinde bu yönetim biçimi benimsenmiştir. İlginç olan ise son iki yüz asırdır kolonyal savaşlar sonucu bugünkü güç dengelerinin oluştuğu dünya düzeninde İngilizlerin, Fransızların, İtalyanların vs. sonradan haritalarını çoğunlukla cetvelle çizdikleri daha önceki sömürgelerinde veya nüfuzunun etkili olduğu ülkelerde demokratik cumhuriyetlere geçişe geçmişte de günümüzde de izin vermeyişleridir. Bu tür ülkelerde ya ülke coğrafyasında azınlık durumunda olan bir aileye monarşik rejimler verilmiş ya da zihniyet olarak azınlıkta olan gruplar o ülkenin beyazları olarak bir şekilde (tek parti yönetimleri, baas rejimleri veya göstermelik demokratik yönetimlerde darbelerle ordunun egemen olduğu ve/veya ayar verdiği rejimlerle) yönetimde tutulmuş.. Bunda amaç zahiren bitmiş görünen sömürü düzeninin Batılıların çıkarına, maslahatına devam etmesi tabii ki.. Batılılar dünyaya egemen olalı beri demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi birçok cihanşümul olması gereken değeri zihinlerinin arka planında var olan “üstün ırk” düşüncesiyle sadece kendilerine layık görmüşlerdir. Yani “üstün ırk” düşüncesi sadece Yahudilerde veya Hitlerde olan bir sapık düşünce değil kanaatimce, Batı’nın tamamına teşmil olmuş durumda.. Dün ve bugün dünyanın envai yerinde dramatik bir şekilde yaşanan, vicdanı olanların, insan kalanların yüreğini dağlayan pek çok acı veren olay (kitlesel katliamlar, kimyasal veya konvansiyonel silahlarla yapılan kıyımlar, kuraklıktan kaynaklanan ölümler, Çin’de veya Arakan’da yaşanan zulümler gibi gibi gibi- saymakla bitmiyor) Batılıların kendileri dışındaki dünyaya pay biçtikleri rolü ve kıymeti gösteriyor. İşte bu yüzdendir ki Somali’de yüz binden fazla insan daha beş yıl önce açlıktan kırılırken kılları kıpırdamıyor, Suriye’de bir hunhar despot yüzbinlerce insanı katlediyor ama ilk hedef olmuyor veya Çin’de dini nikah-cenaze töreni yasaklanıyor kimsenin gıkı çıkmıyor..
Daha geçtiğimiz yıllarda Tunus’ta başlayan ve Arap dünyasına yayılan “bahar”ın kısa sürede tam da Batılıların her açıdan istedikleri şekilde “zemheri kış”a evrilmesi de bu yüzden, Güney Amerika ülkelerinin her on yılda bir iç karışıklık ve darbe dilemmasında yaşamaları da bu yüzden..    
Batı’nın medeniyet anlayışı, Toynbee’nin tariflediği gibi sadece yine bir sömürü-sömürgeleştirme aracı olan “teknolojide, bilimde ve gücün kişisel olmayan biçimde kullanılışındaki gelişme”ye dayalı ve  bu anlayışın “dürüstlükle ve ahlâkî gelişmeyle ilişkisi olmayan” bir zihnî altyapısı var. Onlar için kıymetli olan sadece kendileri ve kurdukları düzenin devamı.. Dünyanın geri kalanı ancak bu amaca hizmet için var olabilir; “kendisi” olarak, “özgür” olarak, “eşit” olarak, “onurlu” olarak var olamaz, yaşayamaz. Buna karşı çıkana, direnene de haddi acı bir reçeteyle bildirilir.
Tabii bu düzen böyle gitmesin deyi daha adil ve ahlaklı bir noktaya gelsin isteyen düşünürler, bilginler, sanatçılar, siyasi liderler yok mu var. Gözlerinin içine baka baka “Dünya beşten büyüktür.” diyen bir lideri alaşağı etmek için yapmadıkları hile, desise, kumpas kalmadı; olmadı, doğrudan askeri darbeyi bile denediler aşağılık maşalarıyla.. Ama çok şükür bu sefer işler istedikleri gibi gitmedi, bundan sonra da gitmeyecek inşaallah.
Tekrar kendimize dönersek birçok kez durdurulmak istenen, ınkıtaya uğratılan, darbeler alan medeniyet yolculuğumuzda, her birimizin gücü, imkânı, etkisi, yetkisi nispetince mükellef olduğu bu seyr ü seferde bir yol ayrımındayız. Şöyle bir anayasalar tarihimize bakarsak iki kez sadaret görevinde bulunup ülkemize birçok kayıplar verdiren ve darbeciliği ile meşhur Mithat Paşa’nın hazırlattığı Kanun-i Esasi’den günümüze, kısa bir geçiş dönemi için hazırlanan 1920 anayasası hariç tüm anayasalarımız milletin sivil iradesini yansıtanlarca hazırlanmamış, hep bir askerî vesayetin gölgesinde yazılmış. İlk defa tamamı olmasa da hükumet etme biçimini, yürütme-yasama-yargı erklerinin işleyişini millet lehine düzenleyen; yargının oligarşik yapıların eline geçip ayrı bir vesayet odağı olmasının önüne geçen, askerî vesayeti zayıflatan ve en önemlisi de milletin temsilcisi sivil irade tarafından hazırlanan bir anayasa değişikliğini oylayacağız. Tabii ki insanoğlunun hazırladığı ve yaptığı hiçbir şeyde olmadığı gibi bu sistemde de mükemmeliyyet, kusursuzluk aranamaz ve fakat demincek bahsettiğim hususlardan dolayı daha önceki anayasalardan, özellikle de sivil iradenin asker, yargı, bürokrasi gibi birçok vesayet unsurlarıyla baskılandığı 1982 anayasasından daha evladır, muteberdir. Burada şu hususa da açıklık getirmek gerekiyor ki önerilen cumhurbaşkanlığı sisteminin parlamenter sistemden tamamen kopuk olduğu gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor, hâlbuki yürütme erki, İngilizce “Impeachment” denilen meclis soruşturmasıyla denetlenebiliyor. Neyse sözü, daha fazla uzatmadan geçen hafta yazımın sonunda bahsettiğim veçhile 2011’de meclise gönderdiğim, anayasada yer almasını önerdiğim maddeleri aktararak bitireyim. Selam ve dua ile.   

1. Başkanlık sistemi  
2. Seçim barajının olmadığı veya kısıtlı olduğu, parti teşkilatlanmasını ve milletvekili adaylarını parti üyelerinin seçimle belirlediği demokratik siyasal parti sistemi
3. Bireyin “can, mal, akıl(düşünce), nesil ve din” emniyetini sağlayan temel yaklaşım felsefesi
4. Kamu adına, millet adına karar veren yargı organının bir vesayet odağına dönüşmemesi için milleti temsil eden halkın seçtiği kişi ve kurumlarca yüksek yargı üyelerinin belirlenmesi.
5. Halkın daha aktif katılımının olduğu ve ranta, keyfiliğe yer bırakmayacak bir belediyecilik kurumsal yapısı
6. Kamu çalışanlarının ve kamudan hizmet alanların kamu idarecilerini-bürokratik unsurları değerlendirebileceği bir yönetim mekanizması
7. Yöresel koşulları ve bireyin farklılıklarını gözeten, öğretimin yanında değerler eğitiminin öncelendiği, temel ve genel ilkeler ve çerçeve dışında öğretmenin daha aktif, özgür ve yaratıcı olabileceği bir eğitim sistemi.
8. Üstün zekalı ve yetenekli çocukları mecburi sürelere mahkum etmeyen, bireye bağlı özel eğitim-öğretim programlarının uygulandığı, böyle bireylerin hayatları boyunca devlet tarafından maddi güvence altında olduğu bir özel eğitim sistemi
9.Dolaylı vergilerin düşük olduğu, doğrudan vergilerin temel alındığı bir vergi sistemi
10.Yoksul, yetim, dul, engellilerin yani muhtaç ve mahrum olanların gözetildiği sosyal devlet anlayışı
11. Kamuda genel ahlaka muğayyir olmayan kıyafet serbestîsi
12. İnternette, sosyal medyada, paylaşım ağlarında bireyin hak ve özgürlüklerini koruyan yasal düzenlemeler
13. Kamuda meslek grupları arasında onur kırıcı olmayan, eğitim seviyesine uygun ücretlendirme sistemi
14. Devlet veya özel arazilerin uygun kısımlarının ağaçlandırılmasının ve korunmasının kurum, kuruluş ve bireylere zorunlu tutulduğu bir düzenleme
15. Yapay hayvanat bahçelerinin kaldırılması, hayvanların doğal ortamlarında yaşayabileceği milli park alanlarının çoğaltılması


Dipnot: Bu öneri maddelerinin bir kısmı hayata geçmiş durumda ve bazıları da aslında yasal düzenleme ile uygulanabilecek hususlar. Ancak ülkemizde bazı meseleler anayasal güvence altına alınmayınca su’istimal edilebiliyor.