14 Temmuz 2018 Cumartesi

İNSAN DEDİKLERİ



Muhyiddin Abdal’ın “İnsan insan derler idi / İnsan nedir şimdi bildim / Can can deyu söylerlerdi / Ben can nedir şimdi bildim.” diye bir şiiri var, bilenler bilir. İnsanın ne olduğunu, yani ontolojik olarak nasıl bir keyfiyete sahip olduğunu, alt limit olarak –buna dereke der eskiler- nerelere alçalabileceğini (Eylül’ün, Leyla’nın, Özgecan’ın katilleri gibi), üst limitte –buna da derece deniliyor- nerelere çıkabileceğini (ömrünü iyi olmaya, iyilik yapmaya, iyileştirmeye adamış tüm salih kullar gibi) ve bu doğrultuda hangi alçaklıkla veya yüce ahlak ile neler yapabileceğini bildim, demek istiyor kanımca.
İnsan denen karmaşık-muammanın nasıl bir varlık olduğuna dair sorulara cevap arayan nice mütefekkir, âlim, arif zat cevapları muvacehesinde insanları aydınlatmaya çalışmış ve genellikle müspet yönlerini öne çıkarmış.
Örneğin Mevlana (k.s.) "Ey Tanrı kitabının örneği insanoğlu! Ey şahlık güzelliğinin aynası mutlu varlık. Her şey sensin. Âlemde ne varsa senden dışarı değil. Sen ne ararsan kendinde ara, çünkü her varlık sende." diyerek insanın alt derekelerden yükselip kâmil olma yolunu aydınlatacak işaret fişeğini yakmış. Veya Niyazi Mısrî hazretleri: “Âdem dedikleri endişedir, gayr-i adem üstuhan ü rişedir.” der, yani insan dedikleri düşüncenden ibarettir, yoksa gerisi kemik ve kıldır. Bu sorulara cevap arayan feylesoflar ise insanın bir yönünü öne çıkarmış. Mesela Konfüçyus insanın, öğrenme, Thales araştırma, Sokrates sorgulama,  Platon toplumsal olma, J.Locke deneyen bir varlık olma, Hegel sistematik olma yönünü öne çıkarmış. Peki bütün bunları iyilik yani iyi bir insan yolunda yapmayan kişi ne olur, neye dönüşür?
Bu hususta başvurulacak en önemli kaynağın insanı halkeden Yaratıcının kelamı olsa gerek diye düşünüp bir sıfatı da “Furkan” olan yani “ayırt edici, ayrımına vardırıcı” olan Kur’an-ı Kerim’de insan için hangi sıfatlar kullanılmış, diye merak ettim. Yaratan, yarattığını en iyi bilir, onu en iyi tarif eder, düşüncesiyle. Tabii burada maksadım insanın yaratılış itibariyle tabiatında-tıynetinde, hamir-i mayesinde ne gibi hususiyetler olduğunu kavramaya çalışmak. Gözüme çarpan birkaç örnek vereyim:
* “Ve kânel insânu acûlâ: İnsan çokça acelecidir.” (İsra Sûresi-100.ayet)Aceleci olmak, ne konuda? Ayetin evvelinde insanın hayrı çağırdığı gibi şerri de kötülüğü de çağırdığını ifade ediyor. Peki insan neden yaptıklarıyla, söyledikleriyle hayır-iyilik zannederek kötülüğü çağırmış olur. Tabii ki cehaletinden, sabırsız oluşundan? Hz. Musa ile Hz. Hızır kıssasında olduğu gibi. Hani diyor ya Hz. Hızır: “Ey Musa, benim bilgim ve senin bilgin Allah’ın (cc) bilgisinden ancak şu serçenin denizden aldığı yudum kadar eksiltebilirler.” Düşünün bunu söyleyen Hz. Hızır ve söylediği kişi ise bir peygamber. Yani mülk ve melekut âlemi hakkında insanlar içinde en çok bilgi verilmiş olanlardan. Ve sonra Hz. Musa’nın çıktıkları yolculukta yaşanan hadiselerin her birinde sebeb-i hikmetini bilmediği ama zahiren yanlış gözüktüğü için aklın ve zevahirin sınırlılığını unutarak aceleci davranıp sorular sormasına binaen Hz. Hızır’ın “Ben sana benimle dayanamazsın demedim mi?” demesi. Bu misalden hareketle insanın ne kadar bilgilenirse bilgilendiğini zannetsin ilminin pek az olacağını ve bundan dolayı hayrı şerr,  şerri hayır zannedip aceleci davranabileceğini söyleyebiliriz.
* Ve kânel insânu katûrâ. İnsan çokça cimridir." (İsra Sûresi-100.ayet) Ayette “Eğer siz Rabbimin rahmet hazinelerine sahip olsaydınız, o zaman da tükenir korkusuyla cimrilik ederdiniz.” ifadesinden sonra bu gerçekliği aktarıyor. Şimdi şöyle bir düşünelim. Allah’ın verdiği nimetlerden (mal-mülk-para-zaman-güç) ne kadarını böyle bir vasfımız olmasın diye kendimiz dışındaki diğer insanlara, varlıklara ayırıyoruz, harcıyoruz? İnsanların çoğu dualarında bile kendine cömert, bir başkasına çok az.
* Ve kânel insânu eksere şey'in cedelâ. İnsan çoğu şeyde çokça tartışmacı-cedelleşen- savaşımcıdır.” (Kehf Sûresi-54.ayet). Nakıs aklıyla tüm doğruları, hakikatleri kavrayamayacağını akledemeyen insan yine sahip olduğu kıt bilgiye dayanarak ve çoğu zaman zann’larından hareketle tartışır, cedelleşir,  hatta bazen işi şiddete başvurmaya kadar götürür.
* İnnel insâne le zalûmun keffâr: Şüphesiz insan çokça zalim, çokça nankördür.” (İbrahim Sûresi-14. ayet) İnsan neden ve neye karşı zulmedicidir? Zulüm, haksızlık etme, hakkı teslim etmeme, hakkını vermeme demek. Bu bağlamda insan, kendisini mücehhez ve mükemmel bir şekilde var edene, kendine, sonra da etkileşime geçtiği herkese ve her şeye az ya da çok, bilerek veya bilmeyerek haksızlık etmiyor mudur? Herkesin ve her şeyin hakkını teslim etmek çok zor.. Allah bilmeyerek yaptığı haksızlıklardan dolayı salih kullarını muaheze etmesin, affetsin.
Ve insanın keffar oluşu.. Bunu iki veçhesiyle değerlendirecek olursak insan; hakkı, hakikati bilerek-  bilmeyerek veya  işine öyle geldiği için veya sahip olduğu dünyalıkları kaybetmemek için, az ya da çok, her zaman veya bazan örtmüyor mudur? Veya insan kendisini yaratan, hayat veren ve Rabb olarak nimetlendiren, büyüten, yetiştiren, yediren, içiren, çeşitli meziyetler veren, imkanlar, fırsatlar veren Allah’a; veya hayatında kendisine en çok emeği geçen başta anne-baba olmak üzere diğer tüm insanlara karşı az veya çok, bilerek, bilmeyerek nankörlük etmiyor mudur?
* İnnel insâne hulika helûâ. Şüphesiz insan çok hırslı-sabırsız-bencil- aç gözlü olarak yaratılmıştır. ” (Mearic Sûresi-19.ayet)Geçmişte ve günümüzde gerek dar çerçevede gerek toplumsal boyutta egoist, narsist, megaloman, nobran, aşırı hırslı ve aç gözlü insanların yol açtığı hasaretleri, yıkımları okuduk, gördük, biliyoruz.
Ayetlerde geçen “hulika” ifadesi “yaratılmak” anlamındadır. Bu kelimenin “ahlak” kelimesiyle aynı kökten olduğunu da belirtmek istiyorum. İnsanın yaratılışıyla alakalı bu gibi olumsuz özelliklerini mükellef olduğu şartlar dâhilinde terbiye etmesi, törpülemesi, olumlaması veya doğru kanalize etmesi için ise Allah kullarını yalnız, berduş ve serkeş bir halde bırakmamış, doğru olanı bulması ve yapması için elçiler, kitaplar, suhuflar, uyarıcılar göndermiştir. Allah’ın ekmel dini olan İslam’ın son elçisi Hz. Muhammed(SAV) bu minvalde “Ben güzel ahlakı tamamlamak-kemale erdirmek için gönderildim.” buyuruyor.
Yani şöyle de diyebiliriz: İlahî dinin asıl amacı insanın güzel ahlaklı, kendine-çevresine-içinde bulunduğu topluma faydalı iyi insanlar olmasını sağlamaktır. Yani insanın kâmil olması, yani “hayr’ul beriyye: yaratılmışların-halkın en hayırlısı” olmasıdır. Ve bence insanoğluna emredilen ibadetlerin tamamının özünde bu amacın gerçekleşmesi hedeflenmektedir. Eğer bu amaca ulaştırmıyorsa ibadetlerin insana bu dünyada da ahirette de çok fazla faydasının olmayacağı kanaatindeyim. Zira Samed olan Allah’ın, hiçbir kulun ibadetine ihtiyacı yoktur. Yine Niyazi Mısrî’nin ifadesiyle şöyle diyelim: “Savm-u salat hac ile sanma biter zahid işin, insan-ı kâmil olmaya, lazım olan irfan imiş.”
İnsanın insaniyetini sanki biraz daha fazla yitirdiği bu meş’um bu devirde ise yaşadıklarımızı, şahit olduklarımızı düşündükçe Albert Camus gibi "Her yutkunuşum karanlığa gömüyor dünyayı, tiksiniyorum insanlardan. Ne acıymış meğer, ne yamanmış insan olmak.” diyesi geliyor insanın.
Hele de meleklerin bile üzerine titrediği cennet kokulu Aylan gibi, Umran gibi, Eylül gibi, Leyla gibi masum çocukların başına gelenlerin şahidi oldukça, insan görünümlü yaratıklara hak ettikleri cezalar verilmedikçe insan kalanların, vicdan ve insaf melekeleri körelmemiş olanların göğsü daralıyor, yüreği kanıyor.  Ve Erdem Beyazıt’ın dediği gibi: “Dünyanın en uzun hüznü yağıyor, yorgun ve yenilmiş insanlığımızın üzerine.”
İsmet Özel’in hiçlik yolundaki milenyum insanlarının pervasızca tüketiş ve tükenişini dillendirdiği mısralarla noktalayalım yazıyı.
“Gitti giden, yerine gelmedi başka biri
Orada
Duyumsatmadı kendini hiçlik bile.
Belli ki son yüzyılımız, göğsümüzden
Varla yok harman eden sesi uçursak
Diye bize verildi.”