Bugün benim doğum günüm. Ne
sarhoşum, ne yastayım, ne de bir bar taburesi üstündeyim. Çok şükür böylesine
bohem, böylesine lümpen(paçavra), böylesine paçoz bir zihniyetle ve niçin var
edildiğinin farkındalıksızlığıyla öylesine yaşayan bir idraksizlik, şuursuzluk
ikliminde yaşamıyorum.. Kırk yaşımı
tamamlamış olmanın yaşattığı girift duygular içindeyim sadece.. Öne çıkan ve
baskın olan duygu ise beni yaratan ve bu günüme kadar yaşatan Rabbime şükür.. O ki beni yokluk dehlizlerindeyken insan
olarak var olma şerefiyle müşerref kıldı. (Hiçlerden bir hiç olabilir veya cemadattan,
nebatattan, hayvanattan bir varlık olarak halk edilebilirdim.) Hâlık, Bâri ve
Musavvir(1) olan Allah’a sonsuz hamd u senalar olsun.
Bu düşünme iklimindeyken aklıma İnsan
Sûresi’nin ilk ayetindeki o dehşetengiz ve sarsıcı ifade geldi: “Hel etâ alel-insâni
hînun mined-dehri, lem yekun şey’en mezkûrâ- İnsan, ‘anılmaya değer bir şey, bir varlık’ olmadan önce uzun yıllar
geçti, öyle değil mi?” Ayetten, insanoğlu var edilmeden, adı anılır bir şey
değilken dehr’de-felekte- kainatta uzun bir süre geçti, anlamı çıkarılabilir; ammavelakin kanaatimce, bilhassa
müşahhas olarak her bir birey için: Sen ey zamanın bir diliminde, mukadder
bir coğrafyada ve bir ana-babadan yaratılan
insan! Senin, daha adın insanlar, melekler ve diğer şuurlu varlıklar
arasında anılan, söylenen, ismi zikredilen bir varlık, şeylerden bir şey değilken kainatta çok süre geçti; nice insanlar,
nice kavimler yaşadı, nice olaylar yaşandı..
Sen şimdi var edilmişliğin kayrasıyla-lütfuyla yaşa..
Yaşa ama bir hiç’ken nasıl var
edildiğini ve de en mühimi niçin var
edildiğini kavra.. Bunu yaparken de geçmişten-tarihten sana tevarüs etmiş
gelmiş ilimden faydalan, yaşanmışlıklardan ders
çıkar.. Bütün bunların sonucunda hayatını emrolunduğun “istikamet” üzere yaşa.. Ve de şunu unutma: Artık
anılmayan bir şey değilsin, eşref-i
mahlukattan bir var’sın.. Artık yokluk
sen’in için yok. Sakın ha, “Bi daha mı gelecen dünyaya” zihniyetiyle yaşama!
Ölüm bir son, hele de bir yok oluş
değil.. Ölüm sadece asıl varlığın olan
ve sana münhasır olan ve artık tekamül etmiş ruhunun bedenli ilk yaratılışından kurtuluşudur. Çünkü ruhun
aslından-orjininden mütevellit sınırsız ve sonsuz ve feyyaz..
Ölüm, sadece hakikate aralanan
bir kapı.. Bu kapıdan geçince bu denî dünyada, bu bela-imtihan dünyasında
hakikatin önünde var kılınan tüm perdeler
kalkacak.. Ve sen “yakîn’el aynel-yakîn” yani kesin olan bir bilgiyle ve kendi gözünle, yaşayarak “var”
olmuşluğun ve var olan her şeyin “hakikatini”
göreceksin.. Rabbine döneceksin..(3) İşte gerçek uyanış, budur. (4)
İnsan işte, doğuyor, büyüyor, yaşına yaş katıyor.. Her şey fark etmekle,
farkına varmakla başlıyor.. Her yaşta farkındalıkları artıyor..
Ve nihayet kırk yaşına gelince
nefsi, dönüp diyor ki kendine: Ey kul,
kırk yaşındasın ve artık birçok şeyin farkındasın.. Ve gaiplerden bir iç
ses diyor ki: Artık uzakta değil
yakındasın.. Sen halâ feleğin iş ve işret, oyun ve eğlence çarkının
aymazlığındasın.. Günlerin, gecelerin, ayların, yılların nasıl geçtiğinin
saymazlığındasın..
Halbuki ne diyordu Mevlana (k.s.): “Hamdım,
piştim, yandım.” Artık sen,
hamlık-çiğlik-toyluk-yavanlık evresinde değil, pişme-olma-olgunlaşma-erişkinlik
evresinde hiç değil, yanma-kolay kolay yanılmama-yetişkinlik evresindesin..
Başını iki elinin arasına al, düşün ve
taşın, artık kırk oldu yaşın..
Evet kırk yaş kanaatimce insan ömründe bir dönüm noktasıdır ve “kırk” önemli bir işaret levhasıdır. “Kırk” sayısının kültür, irfan dünyamızda da
önemli bir yeri var. Şöyle bir bakarsak neler yok ki? Mesela üçler-yediler-kırklar
inanışı(4); kırk’ı çıkmak, kılı kırk yarmak, kırk kere söylemek, kırklara
karışmak; bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır, kırk yıllık Kâni olur mu Yani,
kırkından sonra azanı teneşir paklar; kırkikindi yağmurları, kırk haramiler;
Kırklareli, Kırkpınar güreşleri; kırk hadis, tarikatlarda 40 gün süren
çile eğitimi vesair, vesair..
Bütün bunların yanı sıra dinî
literatürümüzde var olan hususlar:
* Araf Sûresinin 142. Ayeti: “Musa'ya otuz gece süre verip sonra buna on
gece daha kattık; böylece Rabbinin tayin ettiği müddet kırk geceye tamamlandı.”
* Başka bir örnek olarak Peygamber
Efendimiz’in (SAV) bir hadis-i şerifinde buyrulduğu üzere mealen şeytanın, 40 yaşını geçtiği halde tevbe etmeyen için, "ey benim dostum, sen artık kolay kolay iflah olmazsın." demesi..
* İbn-i Arabî (k.s.)’nin Füsus’ul Hikem’inde rastladığım ilginç
bir bilgi: Hz. Adem’in kırk yaşında yaratılmış olması, Hz. İsa hariç tüm
peygamberlere nübüvvetin kırk yaşında verilmiş olması.. (Doğrusunu Allah
bilir.)
Bütün bu minvalden anlaşılacağı üzere “kırk” sayısında bir hikmet olduğu aşikar.. Cahit Sıtkı’nın otuz
beş yaşı yolun yarısı, ömrün ortası olarak tarfilediği şiiri var ya böyle
olmadığını da insan -Allah ömür vermişse- kırkında daha iyi anlıyor.. Çünkü
yaşam ağacındaki çiçekler, meyveler, yapraklar bir bir azalıyor..
Şiir deyince hatırıma Ataol Behramoğlu’nun “Yaşadıklarımdan öğrendiğim
bir şey var.” diye bir şiiri de geldi. Ana izleği, bu dünyayı tüm nimetleriyle
dolu dolu yaşamalısın, olan.. Birçok insanın ise kırk yaşına kadar geldiğinde
öğrendiği çok şey var, o koca ömüre sığdırdığı bir şeyle örtüşmeyen..
İyisi mi biz yine hikmetin ve
hakikatin kaynağına yönelelim. Kırkına kadar insan, ilahî mesajda “hubbuş-şehevat-şehvetlerin sevgisi, tutkusu”
diye adlandırılan ve çoğu zaman şeytanın insanı -kendisi de meyyal olduğu için-
kolaylıkla aldattığı olgularla, tutkularla (karşı
cinse olan tutkunluk-aşk, soya dayalı itibar ve gücü kullanma,
paranın-malın-zenginliğin çoğaltılması, bineklere-arabalara-yatlara-uçaklara
düşkünlük, etkisini-yetkisini ve nüfuzunu artıracak şeylere malik olma,
mevki-makama düşkünlükle) imtihan edilir.
Bunlardan birine veya birkaçına Sezen
Abla’nın tabiriyle “ben sende
tutuklu kaldım /kendi hayatımdan çaldım / yedi cihan dolandım / bana mısın
demiyor” diyenler, kırkından sonra da iflah olmuyor. Hâlbuki bu tutkuların,
tutsaklıkların tamamı ayette de vurgulandığı üzere “dünyanın geçici metaıdır, menfaatleridir. Aslolan, kalıcı olan ve
bütün bunlardan hayırlı olan ise Allah katında olan “meab, cennet ve rıdvan”dır.
Yazıyı Kur’an-ı Kerim’de geçen kırk
yaş duasıyla nihayete erdireyim. Allah tüm iyi-salih kullarına hayırlı,
sağlıklı, esenlikli uzun ömürler versin: “Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp,
kırk yaşına geldiğinde der ki: «Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin
nimetlerine şükretmemi ve senin razı olacağın salih amel işlememi ilham et.
Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tevbe edip sana
yöneldim. Ve ben gerçekten Müslümanlardanım.” Ahkaf Sûresi 15. Ayet
Dipnotlar:
1. * El-Halık: “Her şeyi yoktan var eden, yaratan. Her şeyin varlığını
ve yaşadığı sürece görüp geçireceği halleri, olayları önceden tespit edip ona
göre ortaya çıkaran, meydana getiren” anlamında Allah’ın isimlerinden.
* El-Bâri: “Yarattıklarını örneksiz ve emsale ihtiyaç duymadan yaratan,
varlıkları yokluktan varlığa çıkaran, takdir ettiğini ve kararlaştırdığını
varlık sahasında ortaya koyan” anlamında Allah’ın isimlerinden.
* El-Musavvir: “Her varlığa en uygun şekli veren,farklı
suretlerde yaratan,tasvir eden,şelillendirip biçimlendiren” anlamında Allah’ın
isimlerinden.
2. Bakara Sûresi-156: “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn- Muhakkak ki
biz, Allah’ınız-Allah’a âidiz ve muhakkak ki biz, ancak O’na dönücüleriz.”
3. “İnsanoğlu uykudadır,
ölünce uyanır.” Hadis-i Şerif’ine binaen.
4. * Üçler: Vücut,
can ve ruhtur. Yediler : Dünya'ya
ait olan dört ile insana ait olan üçten meydana gelir. Dört; ateş, rüzgâr, su
ve topraktır. Üç ise can, canan ve çocuktur. Alevi inancına göre
Kırklar, Allah’ın ruhları yarattığında yaratılan, her devir ve zamanda
yeryüzünde bulunduklarına inanılan ermişlerdir. Bu kırk ermiş dünyanın çeşitli
zamanlarında insan suretinde yeryüzüne gelmişler, ölümlerinden sonra da değişik
kimliklerde yaşadıkları ve dünya durdukça da yaşayacakları kabul edilmektedir.
Kırkların 23'ü erkek 17'si kadındır.
* Ayrıca Üçler-Yediler-Kırklar,
Mustafa Necati Sepetçioğlu’nun Türklerin Anadolu'ya gelip
yerleşmelerini ve devlet kurmalarını anlatan roman serisinin 6. kitabı. Orhan Bey dönemini ele alan romanın ana teması, kötülerin yarattığı fitne
ile mücadeledir. Osmanlı’nın kuruluşunu anlatan Konak, Çatı ve Üçler-Yediler-Kırklar
romanlarını üniversite yıllarında bitirme tezi için incelemiştim. Okumanızı
tavsiye ederim.