“Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.
Hadi göster bakayım şimdi de İbnü'r-Rüşd'ü?
İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?
Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?
En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,
Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma'nâ çıkaran,
Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,
İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı? Aslâ.
Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhâmı,
Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm'ı.
Kuru da'vâ
ile olmaz bu, fakat ilim ister;
Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?”
diyor
Mehmet Akif, yaşadığı devri aydınlatan âlim, ârif ve önder şahsiyetlerin
yokluğundan şikayet ederek..
İslam’ın en uzun ve en karanlık
yüzyılında deniz feneri misali, yolunu şaşırmışlara umut ışığı olan şahs-ı
münevverlerin yokluğu ya da azlığında Akif haklı.. Hele de modernitenin tüm
iştihasıyla insanı maddeye, tüketmeye, hıza ve hazza köleleştirdiği son yarım
asırda beka pınarından bir damla olan insan ruhunu özgürleştirmeye çağıran,
bunun için çalışan aydınlık ruhlar yok denecek kadar az. İşte Akif’in “göster”
dediği o kudrette adamlardan biri de Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç..
"Ben bir Müslüman’ım ve öyle kalacağım.
Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son
günüme kadar da öyle hissedeceğim. Çünkü İslam
benim için güzel ve asil olan her şeyin
diğer adı..." diyen Aliya İzzetbegoviç, 1925'de Bosna-Hersek'in Bosanski Samac ilinde doğdu. 1946 yılında
Genç Müslümanlar Örgütü'ne üye olmaktan üç yıl hapse mahkum edildi. II. Dünya Savaşı sırasında Mladi Müslimani ( Genç
Müslümanlar) birliğine katılmıştı. Henüz on beş yaşındaydı. Anti-faşist olan bu
birliğin amacı Balkanlarda Müslümanlığı
tekrar diriltmekti.
“Ey muhataplarım! Ben
çok bağırıyorum. Zira asr-ı sâlis-i aşrın (yani on üçüncü asrın) minaresinin
başında durmuşum; sureten medenî ve dinde lâkayt ve fikren mazinin en
derin derelerinde olanları camiye dâvet ediyorum.” diyen Bediüzzaman gibi o da kendi coğrafyasında
Müslümanların İslamlaşmasını kendine misyon olarak benimsemişti.
Hapisten çıkan Aliya, Saraybosna’da 1956’da
Saraybosna Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra uzun yıllar avukatlık ve hukuk danışmanlığı yapacak bir yandan da siyasi faaliyetlerini
sürdürecekti. 1960’lı yıllarda İslam
Deklarasyonu adıyla kaleme aldığı kitabıyla yeniden mahkumiyeti başlamıştı.
1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkum oldu. Cezasının beş
yılını hapiste geçirdi. Yugoslavya'nın dağılma sürecine girdiği dönemde Demokratik Eylem Partisi (SDA)'ni kurdu
ve genel başkanı seçildi.
Sırpların Bosna-Hersek Cumhuriyetine karşı
başlattığı savaş boyunca Aliya İzzetbegoviç, bağımsızlık savaşına liderlik yaptı. Yıl 1995 Temmuz’uydu.
Srebrenika’da birkaç gün içinde sadece yedi
sekiz bin kişiyi katletmişti Sırplar... Aliya ve halkı bin iki yüz gün
kuşatma altında kalırken dünya bu olaya
seyirci kalmıştı.
Saraybosna’da on binden fazla insan öldü ve bunun 1300’ü çocuktu. Ölülerini
gömecek mezarlık kalmadığından parklar bile mezarlık haline getirilmişti.
Müslümanlarsa herhangi bir askeri destekten yoksun ve silah yönünden çok
zayıftılar. Sonuçta Sırplar Bosna-Hersek’in önemli şehirlerini işgal ettiler.. Sırplar işgal ettikleri yerlerde hem katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı.
Özellikle camileri ve İslâmi izler
taşıyan tarihi eserleri yıkmaya
özen gösteriyorlardı. Savaşın sonuna gelindiğinde Bosna-Hersek’teki iç savaşın aldığı can sayısı 250 bini,
göçe zorladığı insan sayısı ise 1
milyonu aşmıştı. 1995 yılında savaşa son veren Dayton Anlaşması imzalandı.
Aliya, bu
antlaşma için "Hayatımda en zor attığım imza olmuştur. Ne yazık ki bütün ideallerimizin yok olmaması için
bu anlaşmayı imzalamak zorundaydık."diyecekti. Dayton Barış
Antlaşması’nın mimarı Richard Holbrooke onun için şöyle diyecekti: "Eğer
Aliya İzzetbegoviç ve onun kararlı tutumu olmasaydı, bugün Bosna-Hersek diye
bir devlet olmayacaktı".
“Ben, İslam’ı ve mücadele şuurunu Mevdudi, Seyyid
Kutup, Hasan el-Benna ve Fazlurrahman gibi âlimlerin kitaplarından öğrendim.”
diyen, cesur, inançlı ,azimli, entelektüel,
bilge, zahid, eylem adamı kişiliğiyle Aliya, yeni bir lider tipinin öncüsü oldu.
"Ey teslimiyet, senin adın
İslam’dır." diyen Aliya İzzetbegoviç 2003 yılında rahmet-i Rahman’a ruhunu teslim etti.
“Gözlerinden salıncaklar kuruludur gökyüzüne…
Ufka ayarlı bakışlarından yarınlara adanmış zaferler tüter. Sessiz bir
çığlıktır o… Kuşatılmış duyguların, hapsedilmiş hayallerin özgürlüğe açılan
kapısıdır. Yalnızlığı sürgün etmeye meyilli olanların yanı başındadır.
Ümidi tükenenlere bir ümittir o… Barışa inananların gönül yıldızıdır… Bir
hayali binlerle bölüşen gönüllerin fatihi Aliya İzzetbegoviç’tir o…”
"Yeryüzünün öğretmeni olmak için
gökyüzünün öğrencisi olmaya çalışan” Aliya’nın imkânsız görüneni gerçekleştirecek ve her türlü zorlukla başa çıkacak bir
nesil umudu vardı. “İslam'da doğan ve yenilgi ve aşağılanma içinde büyüyen,
yeni İslami vatanperverliği içinde birleşmiş, eski ihtişam ile başkasının
yardımına dayalı hayatı reddedecek ve hakikat, hayat ve şerefi temsil eden
hedefler etrafında toplanacak bu neslin” çağın problemlerine karşı
istikamet bulabilmesi için “İslam
Deklarasyonu ve İslamî Yeniden Doğuşun Sorunları, Doğu ve Batı Arasında İslam, Tarihe
Tanıklığım, Köle Olmayacağız, Özgürlüğe Kaçışım” gibi eserler verdi.
“Artık Bosna Hersek hür ve bayrağımız kendi
topraklarımızda dalgalanıyor. Selam sana ey halkım. İmanınıza, bayrağınıza ve devletinize sımsıkı sarılın."
diyordu Aliya İzzetbegoviç... Bosna-Hersek Savaşı, ABD ve Avrupa'nın haçlı kimliğini bir kez daha gözler önüne
sermişti. Bunu bizzat Avrupalı tarihçiler ve yorumcular da itiraf etmiş ve bu
savaşta Batılıların 19. yüzyıldaki sömürgeci kimliklerine geri döndüklerine
dikkat çekmişlerdi. Yukarda sürecini kısaca anlatmaya çalıştığım Bosna savaşı
ifadesini bugün Halep diye okuyun, Suriye diye okuyun.. resmin aynı olduğunu,
dünden bugüne hiçbir şeyin değişmediğini hatta vahşetin daha da arttığını çok
net göreceksiniz: ……….’te birkaç gün içinde sadece yedi sekiz bin kişi katledilmişti. …………..halkı bin iki yüz gün
kuşatma altında kalırken dünya bu olaya
seyirci kalmıştı. …………’te …… binden
fazla insan öldü ve bunun 11.924'ü çocuktu. …………..’lar, işgal ettikleri
yerlerde hem katliam hem de yıkım gerçekleştiriyorlardı.
Özellikle camileri ve İslâmi izler
taşıyan tarihi eserleri yıkmaya
özen gösteriyorlardı. Savaşın sonuna gelindiğinde ……………………’deki iç savaşın aldığı can sayısı ……. bini,
göçe zorladığı insan sayısı ise …………….
milyonu aşmıştı.”
Cemil Meriç’in "Bütün Kur’an’ları
yaksak, bütün camileri yıksak, biz artık Türk ve Müslüman değiliz, size
benzedik desek bile Avrupalı’nın gözünde biz
Osmanlı’yız. Osmanlı, yani İslâm. Karanlık, tehlikeli bir düşman. Olimpos Dağı‘nın tahammülsüz çocukları, Hira Dağı’nın evlatlarını hep bu gözle
gördüler.” diye bir tespiti var.. Son zamanlarda ülkemizde ve coğrafyamızda
yaşanan hazin olaylar, Batı’nın artık zahiren ve aleniyen göstermekten
çekinmediği haçlı kimliğinden ve amaçlarından hiçbir vakit vazgeçmediğinin
kanıtı. İmanımıza, bayrağımıza ve devletimize sımsıkı sarılmanın gayet mühim olduğu bugünlerde Bilge
kralı rahmetle anıyor ve onun müteal ideallerini gerçekleştirme şuurunda ve
yolunda olan herkesi selamlıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.