25 Haziran 2021 Cuma

DAĞLARCA’DAN GÖKYÜZÜ!

 


“Keleci bilen kişinin / Yüzünü ağ ide bir söz

Sözü pişirip diyenin / İşini sağ ide bir söz.”

Söze, “her dem yeni doğarız / bizden kim usanası” diyerek çağlar aşkın bir dille söz söyleme erdemini yücelten Yunus’la başlamak istedim.. Sözün şerefi; edep,adap, ilim,irfan ve hikmetten yoksun dimağlardan çıkarak pespaye olmasın diye.. Sözümüz, kıyl u kal, güft ü guy mesabesinde olmasın diye..

“Söz söylemesini bilen kişinin söyledikleri yüzünü ağartır. Sözü pişirerek söyleyenin işini sağ eder.” demiş Aşık Yunus. Sözü pişirmek..yani ham söz söylememek… düşünmeden, tartmadan, süzmeden konuşmamak, yazmamak.. her kişinin işi değil tabi, er kişinin işi..

Edebiyat, sözü edebince, adabınca söyleme sanatı.. Gah kalemle, gahi dille. Sözü güzel ve etkili, mukteza-yı hale ( halin gereğine) göre kullanmaya eskiler belagat demişler. Söz maani (anlam) ve belagattan oluşur. Anlam ne kadar mühim ve değerli olursa olsun söz beliğ, fasih ve sarih olmadıkça kömür suretinde elmasa benzer.

Geçenlerde edebiyatımızın söz üstadlarından birini daha ebediyete yolcu ettik.. “Türkçem benim,ses bayrağım!” diyen son dönem edebiyatımızın çınarlarından birini, Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı yitirdik. Yitirdiğimiz aslında sadece naçiz bedeniydi. Her ölümlü gibi o da kendisi için tayin olunan vakte kadar yaşadı ve irtihal etti. Kendisine Allah’tan rahmet, edebiyat alemimize baş sağlığı diliyorum. Dağlarca’nın kalemi sustu, lakin o eserleriyle yıllarca, belki asırlarca bizimle konuşmaya devam edecek..

“ Bir kuştu / Allı allı bir kuş / Her tüyüne bir çiçek bağladılar / Uçmadı o…

Bir kuştu / Mavili mavili bir kuş / Her tüyüne bir boncuk bağladılar / Uçmadı o…

Bir kuştu / Yeşilli yeşilli bir kuş / Her tüyüne bir çocuk kordelası bağladılar/Uçtu o.”

 

Dağlarca, bu mısralarında dile getirdiği “her tüyüne bir çocuk kordelası bağlanmış bir kuş” gibi rindlerin özlemle beklediği “asude bir bahar ülkesine” uçtu gitti.

Dağlarca, asrın en büyük şairlerinden biriydi. İsmiyle müsemma bir kişilikte, faziletli,güzel ve dağlar gibi yüksek bir ufka sahipti. Doksan dört yıl şahitlik ettiği insan ruhunun, yaşamının binbir çeşit haline tercüman oldu. "Sanat eseri hem bir saat gibi içinde bulunduğumuz zamanı, hem de bir pusula gibi gidilmesi gereken yönü işaret etmelidir." anlayışıyla yüz elliden fazla eser verdi. Eserlerinde insana ve insan yaşamına saygıyı bir düstur olarak benimseyip bu minvalde eserler yazdı.

Şiirinde hiçbir şairden etkilenmemiş, hiçbir edebi topluluğa katılmamış, hiçbir edebi akımın da tesirinde kalmamıştı; bağımsız ve özgündü. Peki 1967’de ABD’deki Milletlerarası Şiir Forumu tarafından “En İyi Türk Şairi” seçilen Dağlarca şiirlerinde neyi anlattı? Dağlarca’nın şiir anlayışını yine onun sözleriyle aktarayım:

“Görünenle 
 Olmak 
 Düşünmek 
 Görünmeyenle.”

Ses bayrağı olarak gördüğü dilinin,yani Türkçenin sevdalısıydı. Şiirlerinde geleneksel şiirimizin berrak,duru,içtenlikli Türkçesini, ince ve derin imgelerle yoğurabilmeyi başarmıştı. Bir röportajında, “Ayrılığın acı veren, acı verecek başka bir büyüklüğü var. Ki bunu saydıklarımın üstünde tutarım: Türkçe’den ayrılmak!” demişti.

 

“Farkında değil gönül

Sanki hepten divane

İçimizden, dışımızdan

Geçer vakit

Zalim, zalimane!”

            Geçti vakit,geçti zalimane ve “Çoçuk ve Allah”ın şairi: “Ya Allah / Ya Allah derim ki / Titrerim / Kara sesimden / Ya Allah… Ya toprak ko beni gideyim gideyim / Varmışların ardına öcül öcül / Ve küçücük ve eski ve yırtık bayraklar arasından, / Ya gök / Al beni." diyerek hayata gözlerini yumdu.

Gitmeden önce evinin müze ve kafeterya olarak kullanılmasını, adının da “Dağlarca’dan Gökyüzü” olmasını istemiş ve “Buraya gelenler, benim gökyüzüme baksınlar istiyorum.” diye vasiyette bulunmuştur. Artık o, Dağlarca’dan Gökyüzü’nde yaşayacak.

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.