İnsan, dönek feleğin çemberinde,
döngüsel zamanın bir diliminde, bekaya evrilen fena aleminde “var”
kılınmışlığın kayrasıyla açar gözlerini, kendine yeni, denî dünyaya.. Durur
sükutu öğüten değirmen, nefes düşer nefse, başlar yolculuk iki kapılı handa gündüz
gece..
“Hoş geldin ey zübde-i kainat..
Merhaba diyor sana hayat”..
Bulur kendini bir takdirin ve bir
takvimin içinde.. ve takdir olunmuş müheyya bir cisim, isim ve cinsiyet ile..
“mukadder anne, baba, kardeş, sülale, sosyal çevre, millet; mahalle-köy, şehir, bölge, memleket; atalar
dini, örf, töre, adet, kültür, medeniyet; zenginlik, fakr u zaruret.. ve mizaç,
tabiat, meziyet, kabiliyet” ile bir can daha başlar seyr u süluğuna.. dem
vurulur fıtratına.. “kün” emriyle
başlayan hayatı, “yekün” mührü vuruluncaya dek Rahmanî nefesi soluklar.. ve
yine takdir olunmuş ecel gelinceye kadar..
“Hayat
dört şeyle kaimdir, derdi babam
su ve ateş ve toprak
ve rüzgâr.
ona kendimi sonradan ben ekledim
pişirilmiş çamurun zifiri korkusunu
ham yüreğin pütürlerini geçtim
gövdemi alemlere zerk ederek
varoldum kayrasıyla Vareden’in
eşref-i mahlûkat
nedir bildim.”(1)
“Ahsen-i takvim” ile yaratılmış olan,
“cemadattan, nebatattan, hayvanattan” farklı ve özel meziyetlerle donatılmış
olan insan, ilk soluğuyla beraber tanımaya, öğrenmeye başlar kendini ve
içindekilerle beraber âlemi.. fark etmekle başlar her şey.. anbean, günbegün,
yaşbeyaş.. “Üst üste sorular soru
içinde; akıl, olmazların zoru içinde”.. “nedir, ne değildir; ne
kadardır, nasıldır” var olmak ve var olanlar.. sahip olunan “ten, ben, ben’e
ait-ben’le ilgili olanlar, olmayanlar” bilinir yavaş yavaş..
Bir gün biter “hamlık, çağalalık,
erişmemişlik” evresi.. eğmeye, bükmeye, kendine benzetmeye çalışır bu evrede
çevresi..
Kemalat merdiveninin ilk
basamaklarında rüşde ermeye başlayınca, aklı baliğ olunca kendinden başlayarak
âlemdeki mevcutların ve mefhumların anlam ve kapsamlarının ne olduğunu, ne için
olduğunu; sorgulamaya, anlamaya, kavramaya, tanımlamaya, konumlandırmaya
çalışır; zekası, idraki, imkanı elverdiğince.. nasibince.. Bu ifritten
suallerin cevaplarını kendince bulduğu süreçten sonra başlar aslında asıl
hayat.. Kimileri için bir arayış, kimileri için adanış, kimileri için aldanış
olan hayat..
Kimileri büyüklerince-çevresince
öngörülmüş bir çerçevenin mahdut sınırlarını aşamayıp kendisi olamadan,
kendisine pek de uymayan bir hayat elbisesine bürünür.. gah mutlu görünür, gah
sürüncemeler içinde sürünür..
Kimileri uyar içindeki sese; hevaya,
hevese.. aldanır, önce kendini aldatır, sonra başkalarını.. aldanan, aldattığını sanır.. Bura’dakilerin sefahatinde kafayı yormaz;
ora’ya, maveraya ait sorular sormaz.. Ebedi hüsran veya sürur arasında
seçim’lik olan dünyayı, bir geçim’lik metadan ibaret zannıyla on numara olduğunu
zannettiği oyunlarda, oyalanmalara adar, doğan güne hükmü geçmeyinceye kadar..
“Şimdi o dünyadan hiçbir haber
yok;
Yok bizi arayan, soran kimsemiz.
Öylesine karanlık ki gecemiz,
Ha olmuş ha olmamış penceremiz;
Akarsuda aksimizden eser yok” (2)
Kimileri “el fakru fahrî: fakirliğim övüncümdür” anlayışında hakkı, layıkı olmayanı istemez, emeksiz
kazancı yemez, evladına yedirtmez.. Onurdur onun için en büyük sürur.. Emin
olmak ve olunmaktır en büyük huzur..
Kimileri içinse tekasür ve tefahürden
ibarettir ömür.. ünvan sıfatına köledir isim ve zamir.. mal, mülk, nüfuz,
sıfat, evlat çoğaltmada ve övünmede yarış.. “Ey ömrün en güzel türküsü
aldanış! Aldan, gelmiş olsa bile ümitsiz kış.” (3)
Kimi için hayat;
eğrilikler içinde doğru olanı,
çirkinlikler içinde güzel kalanı;
ağyar içinde yâri,
zararlar içinde kârı,
yokluklar içinde varı;
harlar içinde gülü,
bedsesler içinde bülbülü;
zulmetler içinde nuru,
elemler içinde huzuru;
ateşler içinde selameti,
zahmetler içinde rahmeti;
seviyesizlikler içinde seviyeyi,
kötülükler içinde iyiyi,
fanilikler içinde Baki’yi;
hasılı kesretler içinde vahdeti
arayıştır.. “Kâinatın kendisi,
kendinin de Rabbi için yaratıldığı” şuuruna varıştır. Havf u reca-korku ile
ümit arasında med-cezirlerle dolu hayatta, şeytanın “alt tarafı bir elma” dediği
elmas görünümlü camdan tuzaklara düşmemeye çalışır böylesi.. tükeninceye kadar nefesi.. Sıratı bu hayatta
geçtiğinin farkındalığıyla, istikametten sapmamak için sağından, solundan,
önünden, arkasından gelecek pusulara karşı tutunur hablullaha.. Hasretlik bitip
hicran son bulup yakîn gelinceye dek.. göğsünde sürgününü geri çağıran bir damardan ümidini
kesmeyerek.. “Yol O’nun, var’lık O’nun, gerisi hep angarya” (4) der ve “Yâ
eyyetuhen nefsul mutmainneh, irciî ilâ Rabbiki râdıyeten mardıyyeh, fedhulî fî ibâdî, vedhulî cennetî “(5)
hitabının muhatabı olmak umuduyla şeb-i arusunu özlemle bekler.
“Can bula cananını, bayram o bayram
ola
Kul bula sultanını, bayram o bayram ola
Hüzn-ü keder def ola, dilde hicâb ref ola
Cümle günah affola, bayram o bayram ola”(6)
Kimi yoğun yoksuluyken varlıklıdır,
kimi varın varsılıyken yokluk dehlizlerinde hükümsüz bir kayıptır. Ve herkes en
kıymetlisini miras bırakır evladına, ahfadına.. servetini, evini, arabasını,
çalışma azmini, umudunu, vuslat bulamadığı aşklarını, heyecanlarını, ahlâkını,
irfanını..
Yaşam, bir serencam.. sanki bitmek
bilmeyen bir hengam.. kimi zaman kam alınan, kimi zaman gam.. Memat, kimi için ansızın
gelen şah:mat, kimine vuslat..
1. İsmet
Özel
2. Cahit
Sıtkı Tarancı
3. Ahmet
Muhip Dıranas
4. Necip
Fazıl Kısakürek
5. Fecr
Sûresi-27-30
6. Alvarlı Efe Hazretleri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.