Âdem
babamız, Havva annemiz letaif cennetinde.. henüz va’dedilmemiş ebed
ülkesinde.. sonsuz nimetler içinde.. yalnız bir meyve yasak.. fanilik
meyvesi.. ve nefs, şeytanın “ebed müddet yaşamak” va’dinin sanrısıyla el uzatır
ilk günaha, hataya..(1) nefse ilk zulme.. ve düşer tertemiz bakilik
elbisesine ilk leke.. bürünürler ceza olarak fanilik elbisesine.. inerler letaiften
kesafet âlemine.. anlarlar nerde yanlış yaptıklarını.. dönerler Rabblerine.. “Rabbenâ zalemnâ enfüsenâ ve illem teğfir lenâ ve terhamnâ lenekunenne
mine'l -hâsirîn: Ey Rabbimiz! Biz nefsimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve
bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak ziyana uğrayacaklardan oluruz." (2) İlk günah, ilk tevbe(Hakk’a dönüş,
yöneliş)..
Ve İblis,
“ben” dedi, “nar’dan, ateşten yaratıldım” dedi, kendini “yüce”lerden
sandı, büyüklendi.. Rabbin emrine itaat etmedi, dönmedi yüzünü Hakk’a, Âdem’in
hakkını teslim etmedi, Hakk’a teslim olmadı.. ilk hatası, hatasında ısrarı
nar’ının fitilini ateşledi, lanetlendi.
Âdem,
hatasını anlayıp tevbe etti, “adam” oldu; İblis, kibirlenip hatasını
kabullenmedi, “şeytan” oldu.
ADAMLAR DA
ŞEYTANLAR DA VAR OLACAK
“Layuhti-hatasız”
olmayacağı bilincini sürekli koruyanlar, hatasını anlayıp merhum Neşet Ertaş’ın(3)
türküsünde dile getirdiği gibi;
“Bilemedim kıymetini, kadrini
Hata benim, günah benim, suç benim
Eliminen içtim, derdim zehrini
Hata benim, günah benim, suç benim” diyerek afv merciine dönüp bağışlanma dileyen
“adamlar”, hep var oldular, var olacaklar..
Yaptıklarının,
ettiklerinin, söylediklerinin hatalı olduğunu, yanlış olmadığını düşünüp
a’malinde, ahvalinde ısrarcı olanlar, kendilerini kandırmak için sürekli
bahaneler bulanlar, başkalarının yaptıklarına, ahvaline bakıp kendilerini “ama”larla,
“ama o.., ama onlar..”la haklı çıkarmaya çalışanlar İblis’in
şeytanlaşmasından beri hep var oldu, var olacaklar..
Bir vakit
yaşanan bir hâl gereği şöyle bir şey paylaşma gereği duymuştum sosyal medya
duvarımda: İnsan, kişiliğini, ahlakını oluşturan ma'navî ilkelerinden uzaklaşıp
bulunduğu ve geldiği hal kendisine hoş, süslü ve doğru geliyorsa
"ama"larla yaptıklarını gerekçelendiriyorsa ruhunu farkına varmadan
kendisini kandıran şeytana teslim ediyordur.. Yazık, aynaya bak.. Bu, aynadaki,
sen misin?
BEN NERDE YANLIŞ YAPTIM?
“Kibir,
gurur, enaniyet, inat, yanlışta ayak direme, isyan, Bari’ye meydan okuma, Hakk’la,
hakikatle cedelleşme” gibi yanlışlara düşen ‘nar’dan yaratılmış İblis’in
şeytanlaşması gibi ‘toprak’tan yaratılmış insan da aynı sebeplerden
şeytanlaşır. Hevasını ilahlaştıran bazı insanlar vardır ki kibir kalbini karartır,
gözünü perdeler, kendini “layuhti, layüs’el” görür.. Bu yüzden “Allah’ım, neydi günahım, ben nerde yanlış
yaptım?” diye düşünmemeyi, sormamayı adet edinir... Tâ ki hakikat duvarına
toslayıncaya kadar..
Kimi de
üstad Necip Fazıl gibi;
“Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.” diyerek bekaya matuf soruların fani cevaplarında fikir çilelerinden
geçip aklının ve ruhunun aydınlanacağı, yanlışlardan doğrulara döneceği günü
bekler: “Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum; gökyüzünden habersiz,
uçurtma uçurmuşum...”
Bir de kendi
nakıs aklının kendine yettiğini düşünür bazıları.. Zihnindeki ateşten
sorulara her dem gönlünü serinleten cevaplar bulurlar.. Hakikati perdeleyen
zulmeti sonlandıran bir lamba yanıncaya dek.. Kendince bütün meseleleri
“hall”etmiş adamın biri, Nasreddin Hoca'ya gelir, ‘şeytan ateşten mi
yaratıldı?' diye sorar. Hoca ‘evet' der. Adam tekrar ‘Hoca, o zaman ateş, ateşi
nasıl yakacak?' der. Hoca hemen yerden bir toprak keseğini (parçası) alır ve
adamın başına vurur, adama da ‘başını acıttı mı?' der, o da ‘evet' der “hem de
çook”. Hoca ‘bak topraktan yaratılana toprak nasıl acı veriyorsa ateşten
yaratılana da ateş aynı şekilde acı ve elem verir değil mi?' der.
Acziyetinin,
hata yapmaya mütemayil yaratıldığının, aklının ve ilminin cüz’i ve sınırlı
olduğunun bilincinde olanlar ise “yakîn” yani ölüm gelinceye kadar, son nefeste
geri dönülmez bir hatanın içindeyken teslim olma havfıyla her dem müteyakkız
olurlar, tiril tirildir kalpleri. Ve bundan sebep kendilerinin sonunun nasıl
olacağı için emin olmaz, emin tavırlarla ahkâm kesmez, emin konuşmazlar, bunu başkaları
için de böyle düşünürler. Son zamanlarda –belki de her devirde böyleydi-
kendini ve kendince kendine benzeyenleri “cennet”, karşıt olduğu ya da yaşam
tarzını, dünya görüşünü beğenmediği kendine benzemeyenleri “cehennem” için
yaratılmış gibi gören , gösteren ve bu minvalde birilerini “cehennem”e gönderip
hatta bed-dualarıyla ateşini körükleyen birçok kendinibilmez ve dolayısıyla
haddinibilmez tavır görüyorum etrafımda. Kimin son nefeste nasıl teslim
olduğunun bu dünyalıklardan(insanın görmesi, bilmem kaç megapikselli kameralar
vs.)hiçbir şahidi olamaz. Bunu ancak her şeyin Âlimi Allah bilir. Böylesine
muhataralı, tehlikeli bir konuda yanlış yapmaktan Allah’a sığınırım. (4)
Dipnotlar:
1.
Hristiyanlar, ilk günahın Hz. Âdem (as) ile Havva'dan nesilden nesile geçtiğine
inanır ve bu günahtan arındırmak için çocukları vaftiz ederler. İslam’a göre bu
inanç batıldır. Her insan, fıtrat üzere ve masum olarak dünyaya gelir ve sadece
kendi günahlarından sorumludur.
"Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." En'âm
Sûresi-164. Ayet
2. Araf Sûresi -23.Ayet
3.Bu vesileyle dört yıl önce irtihal eden
“bozkırlaşmamış gönüllerin tezenesi” merhum Neşet Ertaş’a Hakk’tan rahmet
diliyorum. Sazını çalarken kendinden geçen, gönülden gönüle kapılar açan,
aşkın dolusunu nefessiz içen
bu büyük ozanın Yunus edasıyla dile getirdiği ''Sakin ol ha, insanoğlu.
İncitme canı, her can bir kalp , Hakk’a bağlı. İncitme canı, incitme.'' sözü
mezar taşında yazılıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.