25 Haziran 2021 Cuma

İLİM

 

21.asrı, bilgi ve iletişim ismiyle müsemma milenyum çağını yaşıyoruz. Ve fakat ne aceptir ki ilmin dal budak saldığı, bilginin hard disklere sığmadığı bu devirde hakikî manâda âlim yok denecek kadar az ve hatta belki de yok. Çok keskin bir yargı oldu belki ama kanaatim bu minvalde. Tabii benim ilim ve âlim tabirleriyle kastettiğim 19.asırdan itibaren Batı’da aydınlanma çağı olarak zikredilen sadece aklın yön verdiği ve sınırlarını çizdiği bilim ve bilimadamı değil.

İmam-ı Gazalî, aklı akılla tükettikten sonra şöyle der: “Aklın hudut noktasına vardım ve gördüm ki, onunla erişmek boş hayâl… Peygamberin ruh feyzine yapışmaktan ibaret her şey… Öyle yaptım ve kurtuldum.”

Allah’ın ilmi sonsuzdur ve sınırlı insan aklının her an yeniden var edilen varlığın künhününe külliyyen vakıf olması imkân dâhilinde değildir. Şöyle bir misal vereyim. Gözlenebilir kâinatta 170 milyar galaksi var olduğu sanılıyor. Bu galaksiler içinde 100 trilyondan fazla yıldız olduğu düşünülüyor. Güneşimizin bunlardan sadece biri olduğu ve dünyamızın da güneş sistemindeki gezegenlerden biri olduğunu düşünürsek evrende ne kadar yer kapladığımızı tahmin edebiliriz. İşte küllî ilim ile cüzî ilim arasında da en az bu kadar fark vardır. Yani bir kişinin aklıyla öğrenebileceği ilim, dünyanın evrendeki yeri kadardır. Yani bildiklerimizi bilmediklerimizin yanına koyarsak ya Sokrates gibi “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir.” ya da ilminden dolayı İmam-ı Azam olarak anılan Ebu Hanife (R.A) gibi “Bilmediklerimi ayağımın altına alsaydım başım arşa değerdi.” derdik.

İşte sadece aklıyla, aklın varabildiği ilimle insanın, evrenin varoluşunu bilmeye, anlamlandırmaya kalkmak, gaybı taşlamak, akıntıya kürek çekmek gibi bir şeydir ve abesle iştigalden öteye gitmez. Böyle yapmaya çalışanlar olmamış mı insanlık tarihinde? Olmaz mı hiç? Mesela Friedrich Wilhelm Nietzsche.. Sadece aklıyla girdiği üst-insanı bulma yolunda 44 yaşında beyin faaliyetlerini yitiren (kafayı yiyen) bir düşünür. Ve daha nicesi…

Kuranda “ilim, nur, hak ve din” kelimeleri tekil olarak geçer. Yani çoğulu yok, kesreti yok.. hepsi tevhide işaret ediyor.. Yani ilm’in, nur’un, hakk’ın-hakikat’in, din’in kaynağı kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Bir bakıma şöyle de diyebiliriz: İnsaoğlunun ve özellikle de son iki yüzyılda Batı’nın çoğullaştırdığı, dallara budaklara ayırdığı ilimlerin hepsi insanı “Bir” olan Allah’a götürür.  Bu gerçeği Said-i Nursi hazretleri şöyle dile getirmiş: “"Vicdanın ziyası, ulûm-u dîniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder." Bir başka yerde de Üstad şöyle der: “Her bir kemâlin, her bir ilmin, her bir terakkiyâtın, her bir fennin bir hakikat-i âliyesi var ki, o hakikat bir ism-i İlâhîye dayanıyor. Pek çok perdeleri ve mütenevvi tecelliyâtı ve muhtelif daireleri bulunan o isme dayanmakla, o fen, o kemâlât, o san'at kemâlini bulur, hakikat olur. Yoksa, yarım yamalak bir surette, nâkıs bir gölgedir."

Hemen herkesçe bilinen bir söz Hz. Ali’ye isnat edilen: İlim bir noktaydı, onu cahiller çoğalttı. Bunu tevhide işaret şeklinde yorumlayabiliriz. İbn-i Arabî’nin bütün sayıların 1’lerin toplamından oluştuğuna işaret etmesi gibi. Yani aslolan ve aslında var olan tek rakam 1’dir, başkası yok, gerisi yok, yani sıfır. Ve insanoğlunun bin yıllar sonra karşılaştığı hakikat: Bilgisayarın temel çalışma prensibi ikili sayı sistemi yani sadece 0 ve 1 den oluşan kodlamalardır. Yani “La ilahe- illallah”.

 Bu arada çoğaltma ile artırma mevzuuna da değinmemiz gerekecek. Kur’an-ı Kerîm’de (Taha-114) ““Rabbi zidnî ilmâ-Rabbim! İlmimi arttır.” diye bir dua vardır. Peygamber Efendimiz (SAV) ilmini arttırması için Rabbine dua etmiştir. İşte bu noktada sözü Dücane Cündioğlu’na verelim:

Burada kısaca 'artma' ve 'çoğalma' sözcüklerinin farklı anlam taşıdıklarına işaret etmeli, belki bir de maksûdu açık kılmak için misâl vermeli: Sözgelimi dikkatin artması başka, çoğalması başkadır. Dikkatin artması, bir şey üzerindeki dikkatin (ihtimamın) artması demek... Dikkatin çoğalması ise dikkatin kendisiyle değil, kendisine yöneldiği şeylerle alâkalı... Karıştırılan yer de burası: ilkinde dikkatin miktarı artıyor, ikincisinde dikkat edilen şeylerin miktarı çoğalıyor. İlim de böyle... çoğulu yok... aslında o bir noktaydı, noktadan ibaretti... daha açıkçası ilim bir tek şeyin ilmiydi... esasen bilinmesi gereken bir tek şey vardı, o şeye dair ilmin artması umulabilir, istenebilirdi; zira tüketilmesi, tamamlanması mümkün değildi.”

Modern çağda aklı ve bilimi hayatın merkezine yerleştiren Batılı pozitivistler, ilmi bilmeye dayandırıp ayırıp çoğalttılar: Pozitif bilimler, sosyal bilimler, formal bilimler, siyasal bilimler..  ve bunların dalları. Her biri farklı bir alanda farklı gerçekliklere işaret ediyormuş gibi göstermeye çalıştılar. Amaç akla ve hevaya tapınan insanlardan oluşan toplumlar yaratmak. Batı bilim dalları içinde din ilimlerini göstermemişti, çünkü onlara göre din ilimle ilişkilendirilemezdi. Şimdi biz ne yapmalıyız?

Tevhidî bir bakış açısıyla kesretteki vahdeti görecek-gösterecek bir yöntemle tüm ilimlerle kuşanmalıyız, zira bunu yapmazsak Peyami Safa’nın tabiriyle “ parçayı bütüne, atomu Allah’a bağlayan bir kavrayış idrakinin züğürdü” oluruz. Hal böyle olunca Said-i Nursi hazretlerinin işaret ettiği şu tehlikeyle her daim yüz yüze kalacağız: "Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar.“

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.