25 Haziran 2021 Cuma

KİR

 


“En iyi eğitimli kişi, yaşadığı hayatı en iyi anlayandır.” demiş Hellen Keller.. Bebeklik çağından itibaren bedenen kör, sağır ve dilsiz biri Keller.. Ancak o, ruhen ve manen yaşadığı çağın gerçekliklerine ve bunların getirdiği tekellüfe-yükümlüklere kör, sağır ve dilsiz olanlara inat, görünen engellerine rağmen yılmayıp beş lisan öğrenen, bisiklet süren, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan, satranç oynayan ve daha da önemlisi kendi varoluşunu anlamlı kılmak için insanı, toplumu, hayatı derin ve temiz aklıyla anlamaya çalışan bir pedagog ve aktivist.. Hellen Keller demişken kör, sağır ve dilsiz biri olarak hayata tutunmasını ve başarılarını anlatan “Karanlığın İçinden” filmini izlemenizi tavsiye ederim.

Keller’in en iyi eğitimli kişi diye tariflediği mefhumu İbni Arabi derin akıl sahipleri (ulul elbab) olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “Akıl sahibi herkes, işlerin özüne ve hakikatine bakmaz. Çünkü zahir ehlinin de, hiç kuşkusuz, akılları vardır ;ama 'ulu'l-elbab' yani’ işin özüne bakan derin akıl sahibi’ değillerdir. Hayata zahiren bakanların ve zahiren yaşayanların akılları vardır, fakat onlar, gerçek anlamda' nüha-akıl ' sahibi değillerdir. Bu nedenle özellikleri farklılaşmıştır. Çünkü her nitelik, bir bilgi sınıfı verir. Bu bilgi, ancak hali bu nitelik olan kimse için gerçekleşebilir. Allah hiçbir türü boş yere zikretmemiştir.” Ulu'l-elbab'tan olmak her kişinin karı değil belli ki.. Bir de şu uyarı mahiyetindeki sünnetullahtan olan kuralı  asla unutmamak gerekiyor tabii ki: “Ve yec’alur ricse alâllezîne lâ ya’kılûn: Allah, akıllarını güzelce kullanmayanları pislik içinde bırakır!”(Yunus Sûresi-100. Ayet)

İfrat-abartı ve tefrit-ayartı arasında med-cezirler yaşayan  modern çağın, ahir zamanın, ikindi vaktinin insanları olarak bizler -fert fert- ne ölçüde yaşadığımız hayatı, zamanı ve olayları anlıyor, ululelbab gibi hareket ediyor ve ona göre konumumuzu belirliyoruz? Zira ne demiş eskiler: Mevziniz, mevzunuzu belirler. Yani durduğunuz yer, bakış açınızı ve tavrınızı tayin eder. 

Yaşam bir hengame.. ve gaileler o kadar çoğalmış ki, sürekli koşuşup duran, bir şeylerle uğraşan ama ne için ne yaptığını bilmez bir halde binmişiz hayat trenine..Sonuçta yolcuyuz bu âlemde, hepimiz biliriz ama kendimizi kalıcı, hatta sahibi sanmaktan da geri durmayız.” diyor ya Naif Abi, öyle. Tren, yolculuğuna devam ediyor, biz kendi hayatımızı yaşarken bu seyr u sülukta nice yaşamlarla ortaklık kuruyor veya onları müşahede ediyoruz. İnenler oluyor, amansız , bazı istasyonlarda.. Yolculuğu zamansız, apansız son bulanlar.. Aylan’lar, Özgecan’lar, Ozancan’lar, Beratcan’lar, Aybüke öğretmenler, şahitliğin yakîn makamı şehitlik makamına eren canlar… Canlarımızı yitiriyoruz. Onların yolculuğunun sona ermesi çoğu zaman bizi enterese etmiyor, belki de görmüyoruz bile onları… O kadar yoğunlaşmışız ki kendi yaşadıklarımıza-yaşantılarımıza, ne nereye gittiğimiz, ne niçin gittiğimiz ve ne de gittiğimiz yerde ne olacağımız, ne yapacağımız umurlarımızda.. Öyle renkli, alayişli, sitayişli gösteriliyor ki  yaşanan hayat, “bütün renklerin kirletildiğini, birinciliğin beyaza verildiğini” fark etmiyoruz.

Buydu istedikleri..

kendi hayatlarının mef’ulu olan

hengamelerle yorulan

fikir fakiri

fark etmesin

beyazdaki kiri..

Özdemir Asaf’ın deyişiyle “Kendi bahçesinde dal olamayanın biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor”. Hatta yetinmiyor, “ağaç da benim, bahçe de, meyve de” demeye yelteniyor. Üstüne üstlük “Bugün medeniyet sahnesinde “ben” varım, ya benim gibi, benim istediğim gibi olacaksın ya da yok olacaksın.” dayatması da cabası.. Kendi maslahatlarına, politikalarına kukla olmayanları,  aykırı davrananları, farklı bir dünya ve medeniyet tasavvuru olanları binbir hileyle, desiseyle, mekr ile karalıyorlar, yaralıyorlar.. Tüm dünyayı habis müstevli emelleri ve kendi meş’um çıkarları için terörize ediyorlar (terörist grupların ellerindeki silahların menşeine bakınca kimlerin amaçlarına hizmet ettikleri anlaşılıyor), sonra da şeytanca bir kurnazlık yaparak kendi yurtlarında kendi inançları doğrultusunda adil ve özgür bir biçimde yaşamaya çalışanlara (İhvan-ı Müslimin’e, Hamas’a, Cemaat-i İslami’ye..) terör yaftası vurmaya kalkışıyorlar. Dün Mısır’da, Filistin’de, Bangladeş’te ve daha birçok yerde, bugün Katar’da yaptıkları gibi. Hani Karacaoğlan diyor ya:

“Katar katar olmuş gelen turnalar

Şu halime, şu gönlüme bak benim

Şahin pençe vurdu, tüyüm ağarttı

Kanadıma bir ok vurdu berk benim”

Katar katar gelen turnaların kanadına ok vuranlara, kendini yerin, göğün hâkimi sanıp pençe vuran şahinlere, sırtlanlara yine Karacaoğlan’dan:

 “Cennet, cehennem yoktur diyenler

İl hakkını alıp haksız yiyenler

Al yeşil konaktan hükm'eyleyenler

Dur bakalım canım beyler kalır mı” diyesim geliyor. Tabii al yeşil konak yerine “beyaz saray” da diyebilirsiniz.

Onlar şehinşahlık taslayadursunlar, varsın feleğin bu uğursuz devrinde turnaları kanadından vursunlar, asıl mühim olan biz ne durumdayız ve ne yapmalıyız? “Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! / Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!” demiş fikir çilelerinin şairi. Belki yarın sorulacakları bugünden cevaplamak gerekiyor..“Bana bugünümü sor, yarınımı sorma.” diyor sanki hâl dilimiz..Hepimiz-neyse mülahazat hanesi bırakayım- çoğumuz, bugün yaşadığımız hayatı kolaylaştırmanın, (maddi ölçütlerle) güzelleştirmenin yollarını, imkânlarını arıyoruz ebeden yaşayacakmışız gibi.. Yarına ait fikir çileleri mi, çile mi? “Aman uzak dursun. Gün yaşadığın gündür, o da bugündür. Yarından kime ne? Hele bir yarın olsun, o zaman düşünürüz.” diye düşün(dürtül)üyor çoğunluk. Halbuki trenden inen bir daha binemiyor.. bitiyor trendeki hayat.. vaveylalar, yalvarışlar boşunadır o gün.. Gün o gündür, o da yarındır, belki yarından da yakın..

Zamanı yaşayan ve kendi zamanının şahitleri-meşhutları, failleri-mef’ulları olan bizler, ehem ile mühim ayrındalığında nerede duruyoruz? Veya böyle bir derdimiz var mı? “ Ol mailer ki (balıklar ki) derya içredir, deryayı bilmezler.”demiş ya şair.. Öyle tuzaksal bir yaşam bina edilip dayatılmış ki bize “Düşünme, sadece yaşa.” Daha doğrusu “İyi kötü yaşamaya çalış, hatta ayakta durmaya”.. Sürünmeden yaşamaya, düşünmeden yaşamaya.. Ehem’le mühim’i düşünecek, ayırt edip ona göre yol belirleyecek derin mefkureleri aramak, bulmak hele de onunla yaşam çizgisini belirlemek fırsatını bile çok görmüşler maddîyunlar.. Daha anlamlı ve hakkaniyetli bir varoluşu düşünenlere de “Oyunun kuralını biz koyduk, ya bu oyunu bizim kurallarımıza göre oynarsın ya da oyun dışı kalıp sürünmeye mahkum olursun..” diyor zamanın hokkabaz nemrutları..

Ama biliyorum hem kendinin yarını hem evlatlarının yarınları daha iyi olsun diye elindeki akıl ve hakikat baltası ile yıkacak, nemrutların kendinden menkul kutsî ve mecburî kurallarını zamanın İbrahimleri.. İşe kirlenmeleri temizleyerek başlayacak..Zira kirlenmiştir iyilik, kötülüklerle; doğru, yalanlarla; güzellik, çirkinliklerle; adalet, zulümlerle; aydınlık, karanlıklarla..

Binbir başlı kartalı taşımaya yüksünmeden bu hor, bu öksüz, bu büyük davayı yüklenecek kanarya.. Durdurmaya, yaralamaya, öldürmeye çalışacak nemrutların leşkerleri. Ama o siham-ı kazaya aldırmaksızın kanat çırpacak, uçacak.. Güneşli yarınlardan bir demet şule için si-murg olacak..

Biliyorum “Ben İbrahim olamam, ben si-murgtan olamam; ismim ne, cismim ne, cirmim ne?”  diyenler de olacak. Tabii ki herkes İbrahim olamaz ama İbrahimler olacak biliyorum, çünkü tarih tekerrürden ibaret.. ve diyorum ki İbrahim olmasak da alevleri “berden selam’a-serin bir esenliğe” dönüştüren “nusret” hak olsun için İbrahim için yakılan ateşe su taşıyan karınca olmak da anlamlı varoluş için yeter. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.