“En iyi eğitimli kişi, yaşadığı hayatı en iyi anlayandır.”
demiş Hellen Keller.. Bebeklik çağından
itibaren bedenen kör, sağır ve dilsiz biri Keller.. Ancak o, ruhen ve manen
yaşadığı çağın gerçekliklerine ve bunların getirdiği tekellüfe-yükümlüklere kör,
sağır ve dilsiz olanlara inat, görünen
engellerine rağmen yılmayıp beş lisan öğrenen, bisiklet süren, kano ve yelkenli
ile gezintiye çıkan, satranç oynayan ve daha da önemlisi kendi varoluşunu
anlamlı kılmak için insanı, toplumu, hayatı derin ve temiz aklıyla anlamaya çalışan bir
pedagog ve aktivist.. Hellen Keller demişken kör, sağır ve dilsiz biri olarak
hayata tutunmasını ve başarılarını anlatan “Karanlığın İçinden” filmini
izlemenizi tavsiye ederim.
Keller’in en iyi eğitimli kişi diye tariflediği mefhumu
İbni Arabi derin
akıl sahipleri (ulul elbab) olarak
tanımlıyor ve şöyle diyor: “Akıl sahibi herkes, işlerin özüne ve hakikatine
bakmaz. Çünkü zahir ehlinin de, hiç kuşkusuz, akılları vardır ;ama
'ulu'l-elbab' yani’ işin özüne bakan derin akıl sahibi’ değillerdir. Hayata
zahiren bakanların ve zahiren yaşayanların akılları vardır, fakat onlar, gerçek
anlamda' nüha-akıl ' sahibi değillerdir. Bu nedenle özellikleri
farklılaşmıştır. Çünkü her nitelik, bir bilgi sınıfı verir. Bu bilgi, ancak
hali bu nitelik olan kimse için gerçekleşebilir. Allah hiçbir türü boş yere
zikretmemiştir.” Ulu'l-elbab'tan olmak her kişinin karı değil belli ki.. Bir de
şu uyarı mahiyetindeki sünnetullahtan olan kuralı asla unutmamak gerekiyor tabii ki: “Ve yec’alur
ricse alâllezîne lâ
ya’kılûn: Allah, akıllarını güzelce kullanmayanları pislik içinde bırakır!”(Yunus
Sûresi-100. Ayet)
İfrat-abartı ve tefrit-ayartı arasında med-cezirler yaşayan modern çağın, ahir
zamanın, ikindi vaktinin insanları olarak bizler -fert fert- ne ölçüde yaşadığımız
hayatı, zamanı ve olayları anlıyor, ululelbab gibi hareket ediyor ve ona göre
konumumuzu belirliyoruz? Zira ne demiş eskiler: Mevziniz, mevzunuzu belirler. Yani
durduğunuz yer, bakış açınızı ve tavrınızı tayin eder.
Yaşam bir hengame.. ve gaileler o kadar
çoğalmış ki, sürekli koşuşup duran, bir şeylerle uğraşan ama ne için ne
yaptığını bilmez bir halde binmişiz hayat trenine.. “Sonuçta yolcuyuz bu
âlemde, hepimiz biliriz ama kendimizi kalıcı, hatta sahibi sanmaktan da geri
durmayız.” diyor ya Naif
Abi, öyle. Tren, yolculuğuna devam ediyor, biz
kendi hayatımızı yaşarken bu seyr u sülukta nice yaşamlarla ortaklık kuruyor
veya onları müşahede ediyoruz. İnenler oluyor, amansız , bazı istasyonlarda.. Yolculuğu
zamansız, apansız son bulanlar.. Aylan’lar,
Özgecan’lar, Ozancan’lar, Beratcan’lar, Aybüke öğretmenler, şahitliğin yakîn
makamı şehitlik makamına eren canlar… Canlarımızı
yitiriyoruz. Onların yolculuğunun sona ermesi çoğu zaman bizi enterese etmiyor,
belki de görmüyoruz bile onları… O kadar yoğunlaşmışız ki kendi
yaşadıklarımıza-yaşantılarımıza, ne nereye gittiğimiz, ne niçin gittiğimiz ve
ne de gittiğimiz yerde ne olacağımız, ne yapacağımız umurlarımızda.. Öyle
renkli, alayişli, sitayişli gösteriliyor ki yaşanan hayat, “bütün renklerin kirletildiğini, birinciliğin
beyaza verildiğini” fark etmiyoruz.
Buydu
istedikleri..
kendi
hayatlarının mef’ulu olan
hengamelerle
yorulan
fikir
fakiri
fark
etmesin
beyazdaki
kiri..
Özdemir
Asaf’ın deyişiyle “Kendi bahçesinde dal olamayanın biri,
girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor”. Hatta yetinmiyor,
“ağaç da benim, bahçe de, meyve de” demeye yelteniyor. Üstüne üstlük “Bugün medeniyet
sahnesinde “ben” varım, ya benim gibi, benim istediğim gibi olacaksın ya da yok
olacaksın.” dayatması da cabası.. Kendi maslahatlarına, politikalarına kukla
olmayanları, aykırı davrananları, farklı bir dünya ve medeniyet tasavvuru olanları binbir hileyle, desiseyle, mekr ile karalıyorlar,
yaralıyorlar.. Tüm dünyayı habis müstevli emelleri ve kendi meş’um çıkarları için terörize
ediyorlar (terörist grupların ellerindeki silahların menşeine bakınca kimlerin
amaçlarına hizmet ettikleri anlaşılıyor), sonra da şeytanca bir kurnazlık
yaparak kendi yurtlarında kendi inançları doğrultusunda adil ve özgür bir biçimde yaşamaya çalışanlara (İhvan-ı Müslimin’e, Hamas’a,
Cemaat-i İslami’ye..) terör yaftası vurmaya kalkışıyorlar. Dün Mısır’da, Filistin’de, Bangladeş’te ve daha birçok yerde, bugün Katar’da yaptıkları gibi.
Hani Karacaoğlan diyor ya:
“Katar
katar olmuş gelen turnalar
Şu
halime, şu gönlüme bak benim
Şahin
pençe vurdu, tüyüm ağarttı
Kanadıma
bir ok vurdu berk benim”
Katar
katar gelen turnaların kanadına ok vuranlara, kendini yerin, göğün hâkimi sanıp
pençe vuran şahinlere, sırtlanlara yine Karacaoğlan’dan:
“Cennet, cehennem yoktur diyenler
İl
hakkını alıp haksız yiyenler
Al yeşil
konaktan hükm'eyleyenler
Dur
bakalım canım beyler kalır mı” diyesim geliyor. Tabii al yeşil konak yerine “beyaz
saray” da diyebilirsiniz.
Onlar şehinşahlık taslayadursunlar, varsın
feleğin bu uğursuz devrinde turnaları kanadından vursunlar, asıl mühim olan biz
ne durumdayız ve ne yapmalıyız? “Kafdağını
assalar, belki çeker de bir kıl! / Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl!” demiş fikir çilelerinin şairi. Belki yarın sorulacakları bugünden cevaplamak gerekiyor..“Bana bugünümü sor, yarınımı sorma.” diyor sanki hâl
dilimiz..Hepimiz-neyse mülahazat hanesi bırakayım- çoğumuz, bugün yaşadığımız
hayatı kolaylaştırmanın, (maddi ölçütlerle) güzelleştirmenin yollarını,
imkânlarını arıyoruz ebeden yaşayacakmışız gibi.. Yarına ait fikir çileleri mi,
çile mi? “Aman uzak dursun. Gün yaşadığın gündür, o da bugündür. Yarından kime
ne? Hele bir yarın olsun, o zaman düşünürüz.” diye düşün(dürtül)üyor çoğunluk.
Halbuki trenden inen bir daha binemiyor.. bitiyor trendeki hayat.. vaveylalar,
yalvarışlar boşunadır o gün.. Gün o gündür, o da yarındır, belki yarından da
yakın..
Zamanı yaşayan ve kendi zamanının şahitleri-meşhutları,
failleri-mef’ulları olan bizler, ehem
ile mühim ayrındalığında nerede duruyoruz? Veya böyle
bir derdimiz var mı? “ Ol mailer ki (balıklar ki) derya
içredir, deryayı bilmezler.”demiş ya şair.. Öyle
tuzaksal bir yaşam bina edilip dayatılmış ki bize “Düşünme, sadece yaşa.” Daha
doğrusu “İyi kötü yaşamaya çalış, hatta ayakta durmaya”.. Sürünmeden yaşamaya,
düşünmeden yaşamaya.. Ehem’le mühim’i düşünecek, ayırt edip ona göre yol
belirleyecek derin mefkureleri aramak, bulmak hele de onunla yaşam çizgisini
belirlemek fırsatını bile çok görmüşler maddîyunlar.. Daha anlamlı ve hakkaniyetli bir varoluşu düşünenlere de “Oyunun kuralını biz koyduk, ya bu oyunu
bizim kurallarımıza göre oynarsın ya da oyun dışı kalıp sürünmeye mahkum
olursun..” diyor zamanın hokkabaz nemrutları..
Ama biliyorum hem kendinin yarını hem
evlatlarının yarınları daha iyi olsun diye elindeki akıl ve hakikat baltası ile yıkacak, nemrutların kendinden menkul kutsî ve mecburî
kurallarını zamanın İbrahimleri.. İşe kirlenmeleri temizleyerek başlayacak..Zira
kirlenmiştir iyilik, kötülüklerle; doğru, yalanlarla; güzellik, çirkinliklerle;
adalet, zulümlerle; aydınlık, karanlıklarla..
Binbir başlı kartalı taşımaya yüksünmeden bu
hor, bu öksüz, bu büyük davayı yüklenecek kanarya.. Durdurmaya, yaralamaya,
öldürmeye çalışacak nemrutların leşkerleri. Ama o siham-ı kazaya
aldırmaksızın kanat çırpacak, uçacak.. Güneşli yarınlardan bir demet şule için si-murg olacak..
Biliyorum “Ben İbrahim olamam, ben si-murgtan
olamam; ismim ne, cismim ne, cirmim ne?” diyenler de olacak. Tabii ki
herkes İbrahim olamaz ama İbrahimler olacak biliyorum, çünkü tarih tekerrürden
ibaret.. ve diyorum ki İbrahim olmasak da alevleri “berden selam’a-serin bir esenliğe” dönüştüren “nusret” hak olsun için İbrahim için yakılan ateşe su taşıyan
karınca olmak da anlamlı varoluş için yeter.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.