25 Haziran 2021 Cuma

Sehl-i Mümteni

 

Sehl-i Mümteni

“İlim, ilim bilmektir.

 İlim, kendin bilmektir.

 Sen kendini bilmezsin.

Ya nice okumaktır.” demiş Âşık Yunus çağlar aşan diliyle. Şöyle bir çırpıda söylenebilen, akılda kalabilen duru bir dille söylemiş. İşte Yunus’u Yunus yapan özelliklerin başında gelen bu üslubu değil mi.. Yedi asır öncesinden tüm asırlara seslenebilen bir üslup bu. (şimdilerde üsluba “biçem” diyorlar, “biç-en” bir şey olabilir mi üslup sevdikleriniz aşkına..) Yazımın başlığını “Sehl-i Mümteni” koydum.  Ne demek “Sehl-i Mümteni”? Anlamıyorsunuz tabii ki, gayet doğal, çünkü bu işin eğitimini almamış olsaydım ben de bilmeyecektim. Neden mi bilmiyoruz ? Çünkü bin yıllık veya on asırlık bir çınarın yaprakları döküldü, dalları kırıldı.. ve bu def-i mefasid (fasit olanı, kötülükleri, zararları bertaraf), celb-i menafi ( fayda sağlamak) için diyerek yapıldı.. Peki, bu maksat hâsıl oldu mu? Olmadı tabii ki.. Bugün bir İngiliz, Şekspir’in eserlerini okuyup anlayabiliyorken bizler bırakın Fuzuli’yi, Baki’yi anlamayı, İstiklal Marşı’nı bile anlayamayacak durumdayız. Çünkü çınara aşılanan dallar kesildi..

Her neyse gelelim “Sehl-i Mümteni”ye.. “Zor kolay” demek.. Hem kolay hem zor, demek.. Kolay gibi görünen ama aslında çok zor olan demek.. İşte Yunus’un yaptığı bu.. Şöyle bir bakınca, okuyunca “Ne var canım, bunu ben de söylerim.” diyen çok kişi oldu, olacak. Ama bir ikinci Yunus olmadı, belki de olmayacak. (Mülahazat hanesi bırakalım, ne olur ne olmaz.. Bu millet, bağrından; bu vatan, toprağından nice cevherler çıktı, çıkacak çünkü..)

“Aşık Yunus söyler sözü

Kan yaş ile doldu gözü

Bilmeyenler, bilsin bizi

Bilenlere selam olsun”

“Sehl-i Mümteni”yi sadece söz söylemeye hasretmemek lazım. Kolay görünen ama aslında zor olan başka uğraşlar da var. Mesela süreli bir yayın çıkarmak.. Hafife alınca kolaydır.. İktibas edersiniz ordan burdan, olur size bir gazete veya dergi.. Ama maksadı hiçbir zaman bu olmayan gayyur insanlar da var elbet.. Yaptığı işin öncelikli kriterleri olarak özgün, özgür  ve  nitelikli olmasını gaye edinenler.. Özellikle yerel- mahalli ölçekte bu mihnetli işe girişmek ve bu işi sürdürebilmek pek müşkül.. “Kimin nazarında ve ne kadar?” kıymet-i harbiyesi var diye hesaplıca düşünmeden;  “Vicdanlı ve dürüst olmak, hesaplı olmaktan iyidir; hesap insana bir şeyler kazandırabilir ancak vicdan daha önemli bir işe yarar, insanı insan yapar.” demiş ya Nietzsche, işte bu minvalde hasbî niyetlerle yola çıkanlar da var. Ve bir de Alev Alatlı’nın işaret ettiği “Hakikat sükût suikastına kurban gidebilir, hiç söylenmemiş, dile getirilmemiş gibi olabilir.” olmasın diye,  “söz” üstün olsun diye, “söz” yerini bulsun diye, “Bilmeyenler, bilsin bizi; bilenlere selam olsun” diye yola çıkanlar..

"Küçük dergileredebiyatın, şiirin laboratuvarıdır." demiş Paul Valery. Sözü olanın, endişesi olanın efkar-ı hususiyesini, hislerini meydana çıkardığı, dile getirdiği; soyutların somutlaştığı, hengameli ve dağdağalı dimağlardan, gönüllerden ve vicdanlardan billurlaşan, açıklığa kavuşan ve duyulmak istenen bir sestir dergiler. Boy verir -bu âlemde- ben de varım diyenler. Kayıtsızlığa kaydım olsun, zira lakayt olmamalı hissedebilen, tefekkür edebilen ve vicdanı olan insanoğlu. Şeylerden bir şey değilim der sözü olan veya herkesten biri. Bakir fikirler muhal olmasın, mahal bulsun ister ve hisler seyl-ab olmasın, muhatabına ulaşsın..

Geçenlerde ilimizde yayın hayatına başlayan “Kana Kalem” dergisi yayın heyetinden bir sevdalı genç ile hasbihal ettik. “Gönlünün varamadığı yere, dilin nasıl varsın a gafil!” demiş ya bir bilge zat, bu gençler de “Kana kalem düştü” deyip  3-5 tane gencin 1 liralık kalemleriyle dünyanın öbür ucundaki buruk gönüllere ulaşma sevdası.” ile yola düşmüş ve ilk sayılarını çıkarmışlar.

Ne diyordu Mevlana: “Yorulacaksan, zorlanacaksan, şikayetçi olacaksan, keşkelere sığınacaksan, söze “ama” diye başlayacaksan, girme aşk yoluna; aşk yolunda “u” dönüşü yoktur! Kahır, kapris gelecekse senden amenna! Ama ayağına diken batarsa yolumda ah edip vahlanma!…Aşk bilek gücü değil “YÜREKTİR”! Yüreğin yetmiyorsa düşme yollara!…”  Sehli, mümteni kılmaya çalışanlara inat yola düşen, Sezai Karakoç üstadın tabiri ile “herkesten biri olmanın hiçbir şey gibi olmak” manasına geldiği şuuruyla hareket eden bu yürekleri aşkla, iştiyakla dolu gençlere “yolunuz ve bahtınız açık olsun” diyor ve paylaştıkları bir hikâyecik ile noktalıyorum.

Hikâyemiz; HERKES, BİRİSİ, HERHANGİ BİRİ ve HİÇ KİMSE adlı dört kişi hakkında...
Yapılması gereken önemli bir iş vardı.
Gerçi işi, HERHANGİ BİRİ de yapabilirdi.
Ama HİÇ KİMSE yapmadı!..
BİRİSİ buna çok kızdı.
Çünkü iş HERKES’in işiydi.
HERKES, HERHANGİ BİRİ’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu.
Ama HİÇ KİMSE, HERKES’in yapamayacağının farkında değildi!..
Sonunda, HERHANGİ BİRİ’nin yapabileceği işi HİÇ KİMSE yapmadığı için iş ortada kaldı ve HERKES, BİRİSİ’ni suçladı..”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.