25 Haziran 2021 Cuma

Şâhid-Meşhûd

 


“Ve şâhidin ve meşhûd. – Şahit olana ve şahit olunana and olsun.” buyuruyor Rabb-i Zülcelal Buruc Sûresi 3. ayette. Bu ayetten ilhamla gazetedeki köşemin adını Şâhid-Meşhûd koydum. Çünkü biz-her birimiz yaşadığımız çağın şâhidi ve meşhuduyuz; yapmamız gerekeni yaptıklarımızla, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızla, yapmamamız gerekirken yaptıklarımızla,; söylememiz gerekeni söylediklerimizle, söylememiz gerekirken söylemediklerimizle, söylemememiz gerekirken söylediklerimizle; bakmamız gerekene baktıklarımızla,  bakmamız gerekirken bakmadıklarımızla, bakmamamız gerekirken baktıklarımızla ...

Tanık olan ve tanık olunanız hepimiz.. Tanık kelimesi, tanımak fiilinden türetilmiş bir vasıf ismi. Yani tanık olabilmek için tabiatı, eşyayı, olan biteni, hadisâtı, vukuâtı tanımlayabilecek bir idrak ve şuura sahip olmak gerekiyor. Tabii ki tanık olabilmenin ilk şartı, gözlerin(nazarın) açık olması ve tanık olunan şeye nazar-ı dikkatle bakmak, sarf-ı nazar etmemektir.  Yani eşyaya, olaylara “bakar”ın(öküzün-ineğin) trene baktığı gibi bakınca tanık olmuş olmuyorsunuz.  Baktığını görmek, anlamak, anlamlandırmak ve yeri gelince anlatmak .. Karınca kaderince bu köşede naçizane bunu yapmaya çalışacağım.

“sen en zor zamanlardasın, bir başınasın
ayak seslerinde şarkılar, ağıtlar var
gün gelsin gözlerin dolsun,

gülünce kendin olursun
içinde pişman,

dışardan koskaca insan” demiş şair. Zor zamanlarda yaşıyoruz.. Acaba tüm zamanlar, çağlar kendini yaşayanlara zor mu gelmiştir?  İnsanoğlu Ahmet Kaya’nın dediği gibi “birkaç bin yıl, acılara tutunarak” mı yaşamıştır? Yaşadığı, yaşattığı devrin şâhidi ve meşhudu olmak hep zor mu olmuştur, bilmiyorum.

Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadîs-i şeriflerinde "Kişinin himmeti, kıymet verdiği şeye göredir." buyuruyor.  Dışardan koskaca insan” görünen kimileri lakayt, bigane kalmayı, umursamaz olmayı tercih ediyor hazzın ve hevanın köleliğinde.. Müreccah gaflet uykusunda..  Basiretler körelmiş, şeytan tüm işlerine teşviş etmiş..  Böyleleri ya uydukları, tabi oldukları şeyden (nefis, heva, mefkure, mefkuresizlik, grup, hizip, -izm) uzaklaşıp kendilerine:

“uyan ey gözlerim gafletten uyan 

uyan uykusu çok gözlerim uyan”(1) diyecekler,

ya da “geri dönüşün sadece bir hasretlik”(2) olduğu gün yaptıklarının ve yapmadıklarının pişmanlığının narında tutuşacaklar.

Tabii bir kimsenin uykudan uyanmasının emaresi gözlerini açmasıdır. Kişi her daim uykusundan kendiliğinden uyanmaz, bazen uyarılması, uyandırılması gerekir. İşte burada kendini “Kum fe enzir.- Kalk da uyar.”(3) İlahî emrinin muhatabı ve mükellefi olarak görenlere iş düşüyor. Bu sadece Şâhid, Mübeşşir ve Nezir olarak gönderilen peygamberlerin görevi değildir. Başta peygamber varisleri olmak üzere  uyanık ve tanık olan herkese buyurulmuş bir emirdir. Bu mes’uliyeti kendini “layüs’el” görmeyen herkes karınca kaderince yapmalıdır.

Adı zaman olan coşkun ebedi sele sorumluluk bilinciyle katılanlar, kimi zaman sözünü hakikate adamış bir şairin şiiriyle;

“Ey koca şark! Ey ebedi meskenet! 
Sen de kımıldanmaya bir niyet et. 
Korkuyorum, Garbın elinden yarın, 
Kalmayacak çekmediğin mel’anet. 

 

 

Baksana kim boynu bükük ağlayan,
Hakkı hayatındır senin ey Müslüman, 
Kurtar artık o biçareyi Allah için. 
Artık ölüm uykularından uyan.” (4) ,

kimi zaman bir münevverin dilinden nasihatle;

“Ey, Oğul! Direksiyon başındaki o sürücü sensin. Kavramların dile gelebilmeleri için tekeri uygun yönde kırması gereken de sen. Kitap kapaklarını örtme ki sayfalara ışık sızabilsin, kelimeler, kavramlar parlasın. Tekinsiz bir yüzyıla denkleyen ömrün, karanlığa gömülmesin.” (5)

kimi zaman bir mürşidin ikazıyla;

“İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu âlem yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte” (6) 

kimi zaman bir dervişin uyarısıyla;

“Anmaz mısın sen şol günü

Gözün nesne görmez ola 
Düşe suretin toprağa

Dilin haber vermez ola” (7)

kimi zaman da hiç ummadığın birinden dinlediğin şarkıyla;

“uyan uyan, dostum uyan 
koy elini kalbine geç olmadan 
her şey mümkün eğer inanırsan..” (8)
 

dile gelerek nezir olur.

                Bu köşede, kıymetli dostumun ifadesiyle “tarihe not düşmek” için,yaşadığım çağın şâhidi ve meşhudu olarak, dilim döndüğünce, Kadir-i Mutlak’ın müsaade ettiği kadar tanıklıklarımı - efkar-ı hususiyemi olgular, ilkeler ve değerler muvacehesinde aktarmaya çalışacağım. Umarım dil’imden sadır olan cümleler kıyl u kal, güft ü guy mesabesinde olmaz. Sürç-ü lisan etmek kaçınılmaz, şimdiden affola.

 

Dipnotlar:

1. Sultan III. Murad’ın şiirinden

2. Bakara/167: “Ve tâbi olanlar şöyle derler: “Keşke gerçekten bizim için (dünyaya) bir daha (dönüş) olsaydı da, onların (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi (biz de) onlardan uzaklaşsaydık!” Böylece Allah, onlara bütün amellerini, kendi üzerlerinde (yığılmış) acı pişmanlıklar-hasretlikler hâlinde gösterecektir! Ve onlar ateşten çıkacak kimseler de değildir.”

3. Müddessir/2

4. Mehmet Akif Safahatı’ndan

5. Alev Alatlı Nasihatnamesi’nden.

6. Mevlana Mesnevisi’nden

7. Yunus Emre Divanı’ndan

8. Tarkan’ın “Uyan” şarkısından

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.