“Ve şâhidin ve meşhûd. – Şahit olana ve şahit olunana and olsun.” buyuruyor
Rabb-i Zülcelal Buruc Sûresi 3. ayette.
Bu ayetten ilhamla gazetedeki köşemin adını Şâhid-Meşhûd koydum. Çünkü biz-her
birimiz yaşadığımız çağın şâhidi ve meşhuduyuz; yapmamız gerekeni
yaptıklarımızla, yapmamız gerekirken yapmadıklarımızla, yapmamamız
gerekirken yaptıklarımızla,; söylememiz gerekeni söylediklerimizle, söylememiz
gerekirken söylemediklerimizle, söylemememiz gerekirken söylediklerimizle; bakmamız
gerekene baktıklarımızla, bakmamız
gerekirken bakmadıklarımızla, bakmamamız gerekirken baktıklarımızla ...
Tanık olan ve tanık olunanız
hepimiz.. Tanık kelimesi, tanımak fiilinden türetilmiş bir vasıf ismi. Yani
tanık olabilmek için tabiatı, eşyayı, olan biteni, hadisâtı, vukuâtı
tanımlayabilecek bir idrak ve şuura sahip olmak gerekiyor. Tabii ki tanık
olabilmenin ilk şartı, gözlerin(nazarın) açık olması ve tanık olunan şeye
nazar-ı dikkatle bakmak, sarf-ı nazar etmemektir. Yani eşyaya, olaylara
“bakar”ın(öküzün-ineğin) trene baktığı gibi bakınca tanık olmuş olmuyorsunuz. Baktığını görmek, anlamak, anlamlandırmak ve
yeri gelince anlatmak .. Karınca kaderince bu köşede naçizane bunu yapmaya
çalışacağım.
“sen en zor zamanlardasın, bir başınasın
ayak seslerinde şarkılar, ağıtlar var
gün gelsin gözlerin dolsun,
gülünce kendin olursun
içinde pişman,
dışardan koskaca insan” demiş
şair. Zor zamanlarda yaşıyoruz.. Acaba tüm zamanlar, çağlar kendini yaşayanlara
zor mu gelmiştir? İnsanoğlu Ahmet
Kaya’nın dediği gibi “birkaç bin yıl, acılara tutunarak” mı yaşamıştır?
Yaşadığı, yaşattığı devrin şâhidi ve meşhudu olmak hep zor mu olmuştur,
bilmiyorum.
Peygamber Efendimiz (SAV) bir hadîs-i şeriflerinde "Kişinin
himmeti, kıymet verdiği şeye göredir." buyuruyor. “Dışardan
koskaca insan” görünen kimileri lakayt, bigane kalmayı, umursamaz olmayı
tercih ediyor hazzın ve hevanın köleliğinde.. Müreccah gaflet uykusunda.. Basiretler körelmiş, şeytan tüm işlerine
teşviş etmiş.. Böyleleri ya uydukları, tabi
oldukları şeyden (nefis, heva, mefkure, mefkuresizlik, grup, hizip, -izm)
uzaklaşıp kendilerine:
“uyan ey
gözlerim gafletten uyan
uyan uykusu
çok gözlerim uyan”(1) diyecekler,
ya da “geri
dönüşün sadece bir hasretlik”(2) olduğu gün yaptıklarının ve yapmadıklarının
pişmanlığının narında tutuşacaklar.
Tabii bir kimsenin uykudan uyanmasının emaresi gözlerini açmasıdır. Kişi
her daim uykusundan kendiliğinden uyanmaz, bazen uyarılması, uyandırılması
gerekir. İşte burada kendini “Kum fe enzir.- Kalk da uyar.”(3) İlahî emrinin muhatabı ve mükellefi olarak
görenlere iş düşüyor. Bu sadece Şâhid, Mübeşşir ve Nezir olarak gönderilen
peygamberlerin görevi değildir. Başta peygamber varisleri olmak üzere
uyanık
ve tanık olan herkese buyurulmuş bir emirdir. Bu mes’uliyeti kendini “layüs’el”
görmeyen herkes karınca kaderince yapmalıdır.
Adı zaman olan coşkun ebedi
sele sorumluluk bilinciyle katılanlar, kimi zaman sözünü hakikate adamış bir
şairin şiiriyle;
“Ey koca şark! Ey ebedi meskenet!
Sen de kımıldanmaya bir niyet et.
Korkuyorum, Garbın elinden yarın,
Kalmayacak çekmediğin mel’anet.
Baksana kim boynu bükük ağlayan,
Hakkı hayatındır senin ey Müslüman,
Kurtar artık o biçareyi Allah için.
Artık ölüm uykularından uyan.” (4) ,
kimi zaman bir münevverin dilinden nasihatle;
“Ey, Oğul! Direksiyon başındaki o sürücü sensin. Kavramların dile
gelebilmeleri için tekeri uygun yönde kırması gereken de sen. Kitap kapaklarını
örtme ki sayfalara ışık sızabilsin, kelimeler, kavramlar parlasın. Tekinsiz bir
yüzyıla denkleyen ömrün, karanlığa gömülmesin.” (5)
kimi zaman bir mürşidin
ikazıyla;
“İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen
göremiyorsun diye bu âlem yok değildir.
Görememek ayıbı,
göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte” (6)
kimi zaman bir dervişin
uyarısıyla;
“Anmaz
mısın sen şol günü
Gözün
nesne görmez ola
Düşe suretin toprağa
Dilin haber vermez
ola” (7)
kimi zaman da hiç ummadığın birinden dinlediğin şarkıyla;
“uyan uyan, dostum uyan
koy elini kalbine geç olmadan
her şey mümkün eğer inanırsan..” (8)
dile gelerek
nezir olur.
Bu köşede, kıymetli dostumun
ifadesiyle “tarihe not düşmek” için,yaşadığım çağın şâhidi ve meşhudu olarak,
dilim döndüğünce, Kadir-i Mutlak’ın müsaade ettiği kadar tanıklıklarımı - efkar-ı
hususiyemi olgular, ilkeler ve değerler muvacehesinde aktarmaya çalışacağım. Umarım
dil’imden sadır olan cümleler kıyl u kal, güft ü guy mesabesinde olmaz. Sürç-ü
lisan etmek kaçınılmaz, şimdiden affola.
Dipnotlar:
1. Sultan III. Murad’ın şiirinden
2. Bakara/167: “Ve tâbi olanlar şöyle
derler: “Keşke gerçekten bizim için (dünyaya) bir daha (dönüş) olsaydı da,
onların (bugün) bizden uzaklaştıkları gibi (biz de) onlardan uzaklaşsaydık!”
Böylece Allah, onlara bütün amellerini, kendi üzerlerinde (yığılmış) acı
pişmanlıklar-hasretlikler hâlinde gösterecektir! Ve onlar ateşten çıkacak kimseler de
değildir.”
3. Müddessir/2
4. Mehmet Akif Safahatı’ndan
5. Alev Alatlı Nasihatnamesi’nden.
6. Mevlana Mesnevisi’nden
7. Yunus Emre Divanı’ndan
8. Tarkan’ın “Uyan” şarkısından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.