25 Haziran 2021 Cuma

KİTAP/KÜTÜP

 


Bilgili ve/veya kültürlü olmak, Allah’ın akletme, anlama, düşünme, karar verme, ayırt etme gibi aklî melekelerle teçhiz ettiği ve bunları yerli yerince kullanma şuurunda olan her insanın hedeflediği bir şeydir. Çünkü bu nitelikleri haiz her insan bilir ki bilgi güçtür ve ayetle de muhkem olduğu üzere bilenle bilmeyen bir olmaz. Bu yüzden amiyane tabirle aklı başında her insan bilgiye ulaşmanın yolarını arar. Tabii ki bunun en kolay ve kestirme yolu, informel olarak aile içinde başlayan sosyal çevre ile zenginleşen bilen birilerinden yapılan bilgi transferleridir. Daha sonra devreye formel yapılar girer ve okullarda alınan eğitimle insanlar insanlığın bilgi birikiminden nasibince faydalanır.

Peki bu edinimler yeterli midir? Günümüzde bir metaya, bir kazanç sağlama aracına dönüşen ve belli maddî hedeflerin gerçekleştirilmesinde kullan-at malzemesine dönüşen bilgileri elde etmede yeterli görülebilir. Bu tür bilgilere kısa ömürlü bilgi ya da eskilerin deyişiyle malumat diyebiliriz. Malumat, kullan-at. Yani öncelikle kişinin sonralıkla toplumun hayatı, hadisatı, kâinatı idrakini ve buna bağlı eylemselliğini geliştiren bir ilme, irfana dönüşmeyen bilgi.

İşte bütün bu kulaktan dolma, çevreden görme, ders kitaplarından devşirme bilgilerle birey ve toplum bir şekilde ihtiyacını karşılar ve hayatını devam ettirebilir. Ancak bireyin ve toplumun tekâmülü, gelişmesi, ufkunu genişletmesi, ilerlemesi, keşfedilmemiş bakir diyarlara yelken açması sadece böyle bir yolla mümkün müdür? Tarih büyük inkişafların, terakkilerin ancak insanlığın tecrubî bilgilerinden faydalanarak büyük okuma hamlelerinden, seferberliklerinden sonra gerçekleştiğinin örnekleriyle dolu. Yunan medeniyeti Mısırlıların, Sümerlerin, Hititlerin birikiminden istifade ederek büyümüş. Sonrasında benzer şekilde Roma, Yunan medeniyetinden; İslam medeniyeti (Endülüs, Osmanlı) eski Yunan ve Roma’dan ve son olarak Batı uygarlığı İslam medeniyetinin birikimlerinden yararlanarak ilerlemiş.

Bu gelişmeler, ilerlemeler ancak o medeniyetlerin ürettiği bilgi birikiminin kitaplar aracılığı ile taşınması ile olmuş. Hani ne demişti Avrupa’da radyolojinin kurucusu olan Madam Curie, “Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık. Orada bilim sıfırlanınca, biz yeniden sıfırdan onların yüzyıllar önce keşfettiği şeyleri bulmaya çalıştık ve yüzyıllar kaybettik”. İşte bugün biz bu şuurla hareket etmeliyiz. Çünkü kitaplar insanlığın edindiği bilgi ve kültüre en kolay yoldan ulaşabileceğimiz kaynaklardır. Descartes, ‘’İyi seçilmiş kitapları okumak, geçmiş yüzyılların seçkin zekâlarıyla önceden düzenlenmiş bir konuşmaya katılmak gibidir.’’ der bu minvalde.

Kitaplardan kültür edindiğimiz gibi kitap okumanın da ayrı bir kültür olduğunu unutmamalıyız. Mesela, çantada sürekli kitap taşıma, durakta beklerken okuma, yolculuk ederken okuma bunlar hep okuma kültürü ile alakalıdır. Ancak insanlarımızın büyük çoğunluğu kitap okuma alışkanlığı yönünden yetersiz.

Kadir Has Üniversitesinin mutad olarak yaptığı ve geçtiğimiz günlerde 2017 sonuçlarını duyurduğu Sosyal Eğilimler Araştırması’na göre toplumumuzun %52,8 hiç kitap okumuyor, %21,1 ise ayda bir gün veya daha az kitap okuyor. Bu veriler ne yazık ki bize kitap okuma alışkanlığının ülkemiz insanlarının çoğu tarafından benimsenmediğini göstermekte.

Oysa kitap, belki de ateşin bulunmasından sonra insanlığın yaptığı en büyük şey. Neden mi? Çünkü kitap, bazen bir tarihçinin elinde tarihe tanıklık eden bir göz, bazen bir bilim adamının elinde insanlığın gidişatını değiştirecek bir hazine, bazen de bir şairin elinde o milletin duygularını anlatan tercümandır.

Kitaplar, kapılar gibidir. Bir kez açtın mı, bambaşka bir dünyaya geçiverirsin. Hiç farkına varmadan, daha önce ismini işitmediğin, cismine tanıklık etmediğin insanlar arasında bulursun kendini. Onların yaşam öyküleriyle hayat bulursun. Kitabın sonuna yaklaştıkça bir durgunluk düşer yüzüne. Bu duyguları yaşamak iyi bir kitap okuduğunun belirtilerindendir. Bu durumu Paul Sweeney’in ‘’Son sayfayı çevirince yakın arkadaşınızı kaybetmişsiniz gibi hissettiğiniz an iyi bir kitap okuduğunuzu anladığınız andır.’’ sözleri tasdiklemekte.

Tarihimize baktığımızda birçok dönemde kitaba büyük önem verildiğini görüyoruz. Öyle ki çağ kapatıp çağ açan Fatih, daha 21 yaşında İstanbul’u fethedecek bilgi ve birikimi sayısız kitap okuyarak elde etmiştir. Yavuz, Mısır seferine giderken yanına üç katır yükü kitap götürmüştür. Ve daha niceleri başarının yolunun kitap okumaktan geçtiğini bilerek tarihe namını şanla düşürmüş.

Peki kitap bugün hak ettiği değeri görüyor mu veya kütüphaneler? Kitap ve kütüphane hakkındaki tavrımızın, ahvalimizin pek iç açıcı olmadığı vaki. Çünkü kitap günümüzde boş zamanlarda zoraki ele alınan veya öğrencilerin sadece okullardaki ödevlerden ya da sınavlarda başarılı olmanın koşulu olarak yine bir mecburiyete mahkûm olarak okuduğu bir nesne haline geldi. Ya kütüphaneler? Onların durumu da kitaplardan farksız. Teknolojinin ilerlemesiyle hıncahınç dolu olan internet kafelerin karşısında bomboş, sessiz ama mağrur.

Her düşünür önem biçmiş kitaba ve kitaplığa. Ne diyordu Mısırlılar; ‘’Kitaplık, ruhları tedavi eder.’’ Kuşkusuz çoğu kişinin kendi evinde kitaplığı vardır, ama buradan sadece kendisi ve yakınları, tanıdıkları yararlanabilir. Oysa kütüphanelerden çok geniş kitlelerin yararlanma imkânı vardır. Üstelik böyle bir özel kitaplığa sahip olan kimsenin de kütüphanelere gereksinimi vardır. Çünkü özel bir kitaplık asla kütüphanelerin zenginliğine erişemez. Bu konuda en güzel şey; sevgiye, kardeşliğe, insanlığa açılan pencereler olan kütüphaneleri çoğaltmak.   

 

* Bu yazının ortaya çıkmasında emeği olan TOBB Kız Anadolu İmam Hatip Lisesinden öğrencilerim Betül Akkoç ve Zuhal Boztaş’a teşekkürler.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.