25 Haziran 2021 Cuma

Hatanın Sebepleri

 


Peki nedir insanı hataya sürükleyen? Hata, çoğu zaman çeşitli saiklerle ‘doğru düşünememe’den kaynaklanır. Bu saiklerin başında  ilimsizlik , bilgi eksikliği, cehalet, bağnazlık gelir.. Cehaletin zulmeti hatayı işlerken yapılan yanlışın görülmesine mani olur. Kişinin doğru bildiği yanlışlar, yanlış bildiği doğruların hasımı olur. Kişi ön yargılarından, peşinhükümlülükten, ön kabullerinden veya yalan yanlış bilgilerden-dezenformelerden arınmadıkça hata yapmaya devam eder.

Bir başka önemli amil ise aklı bir sarmaşık gibi saran “beşerî aşk, ihtiras, şehvet, korku, aşırı heyecan  ve panik hali, kindarlık, öfke, aşırı ümitsizlik” gibi duygulardır. Bu duyguların bulandırdığı zihin, akl-ı selimle düşünüp doğru kararlar veremez. Örneğin öfkeyle kalkıp zararla oturmamak için Yüce Rabbimiz, “Sakın bir kavme olan kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” diye buyurur Maide sûresinin 8.ayetinde. Daha çok kazanma, daha çok şeye malik olma, daha çok güce erişme, daha çok meşhur olma gibi hırsların kurbanı olan “hel min mezîd”çilere (daha yok mu?culara) örnek vermeye gerek yok sanırım.  Aşk ve şehevat belalıları da bir o kadar var. Bu duyguların her birinden dolayı kürre-i arz üstünde el’an ve her an o kadar çok hata yapılıyor ki sonuçları kimi zaman kişinin kendisini, kimi zaman kişinin yakınlarını ve yakınındakileri, kimi zaman da koca bir kitleyi dahi etkileyebiliyor.

Travmatik yaşantılar da hata yapmanın önemli müsebbibidir. Kişi, travmaya sebep olan olayı yaşarken veya sonrasında akıl ve ruh sağlığı normalleşinceye kadar farkında olmadan küçük büyük hatalar yapabiliyor.

Bazen içinde bulunulan ortamın sosyolojik ve psikolojik koşulları, koşutları sağlıklı düşünmenin önünde aşılmaz bariyerler oluşturur ve kişiyi hataya sürükler. Bu şekilde hata yapanlar, pencereleri buğulanmış, filtrelenmiş bir zihnî hanenin içinde sadece kendi hanesindekileri, orada olup biteni, konuşulanı doğru olarak görür, hakikat güneşinin ışıklarını az ve kırılmış halde alır ya da hiç almaz..  ta ki pencerenin buğularını silip dışarıdaki aydınlığı görecek veyahut hanenin dışına çıkmaya vesile olacak bir dürtü, bir intibah, uyanış oluncaya kadar.. güneşin ışıklarıyla hemdem oluncaya kadar..

Yine benzer bir şekilde genellikle bir serkeşin arkadaşlığıyla girilen, “bi daha mı gelecen dünyaya” düşkünlüğünün hâkim olduğu bazı ortamlarda nefs-i emmarenin “ne olacak canım, bir kereden bir şey olmaz” çağrısına “olur” verenler, zamanla emreden nefsinin ve o yanlışın kölesi, bağımlısı olurlar. Şu da bir gerçek ki bir yanlışa alışan nefs, zamanla diğer yanlışları da yapmakta bir sakınca görmez..

Bir iş için gerekli olan niteliklerin, yeterliklerin ve yeteneklerin bulunmadığı kişi de hata yapmaya mahkûmdur. İşin ehli ve layıkı olmayanlar, bazen korkunç bazen absürt hataların mimarı olurlar.

Bir de tecrübesizlik var tabii.. Kişi teorik olarak istediği kadar bilgili olsun deneyimlenmemişse bilgisi büyük ihtimalle hata yapar, hatta hata yapa yapa öğrenir birçok şeyi. Ne demişler “Usta yapa yapa, çırak boza boza..”

Her birimiz, şöyle bir dönüp geçmişimize baktığımızda şu veya bu sebepten, irili ufaklı, sonuçlarına bazen üzüldüğümüz, bazen kendimizi affetmediğimiz, bazen de güldüğümüz bir sürü hata görürüz. “Yapılma, yıkılmadadır; topluluk, dağınıklıkta; düzeltme, kırılmada; murat, muratsızlıktadır... Her şey buna benzer.. öbür zıtlar ve eşler de hep bunlar gibidir.” diyor Mevlana. Yani çoğu zaman hatalarımız, günahlarımız, yanlışlarımızdır bize ”doğru”yu bulduran..  Önemli olan hata yapabilir olduğunu peşinen kabul edip yanlış yapmamak için teyakkuzda bulunmak ve hata yaptığını anladığında affedilebilecek bir hataysa özrünü kabullenip bağışlanma dilemek.. Rabbena la tuahiznâ in nesîna ev ahte’nâ: Rabbimiz, unuttuklarımızdan ve yaptığımız hatalardan bizi muaheze etme.”

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.