Peki nedir insanı hataya
sürükleyen? Hata, çoğu zaman çeşitli saiklerle ‘doğru düşünememe’den
kaynaklanır. Bu saiklerin başında ilimsizlik
, bilgi eksikliği, cehalet, bağnazlık gelir.. Cehaletin zulmeti hatayı
işlerken yapılan yanlışın görülmesine mani olur. Kişinin doğru bildiği
yanlışlar, yanlış bildiği doğruların hasımı olur. Kişi ön yargılarından,
peşinhükümlülükten, ön kabullerinden veya yalan yanlış
bilgilerden-dezenformelerden arınmadıkça hata yapmaya devam eder.
Bir başka önemli amil ise aklı
bir sarmaşık gibi saran “beşerî aşk, ihtiras, şehvet, korku, aşırı heyecan ve panik hali, kindarlık, öfke, aşırı
ümitsizlik” gibi duygulardır. Bu duyguların bulandırdığı zihin, akl-ı selimle
düşünüp doğru kararlar veremez. Örneğin öfkeyle kalkıp zararla oturmamak için
Yüce Rabbimiz, “Sakın bir kavme olan
kininiz, sizi adaletsizliğe sevk etmesin.” diye buyurur Maide sûresinin
8.ayetinde. Daha çok kazanma, daha çok şeye malik olma, daha çok güce
erişme, daha çok meşhur olma gibi hırsların kurbanı olan “hel min
mezîd”çilere (daha yok mu?culara) örnek vermeye gerek yok sanırım. Aşk ve şehevat belalıları da bir o
kadar var. Bu duyguların her birinden dolayı kürre-i arz üstünde el’an ve her
an o kadar çok hata yapılıyor ki sonuçları kimi zaman kişinin kendisini, kimi
zaman kişinin yakınlarını ve yakınındakileri, kimi zaman da koca bir kitleyi
dahi etkileyebiliyor.
Travmatik yaşantılar da
hata yapmanın önemli müsebbibidir. Kişi, travmaya sebep olan olayı yaşarken
veya sonrasında akıl ve ruh sağlığı normalleşinceye kadar farkında olmadan
küçük büyük hatalar yapabiliyor.
Bazen içinde bulunulan ortamın
sosyolojik ve psikolojik koşulları, koşutları sağlıklı düşünmenin
önünde aşılmaz bariyerler oluşturur ve kişiyi hataya sürükler. Bu şekilde hata
yapanlar, pencereleri buğulanmış, filtrelenmiş bir zihnî hanenin içinde sadece
kendi hanesindekileri, orada olup biteni, konuşulanı doğru olarak görür,
hakikat güneşinin ışıklarını az ve kırılmış halde alır ya da hiç almaz.. ta ki pencerenin buğularını silip dışarıdaki
aydınlığı görecek veyahut hanenin dışına çıkmaya vesile olacak bir dürtü, bir
intibah, uyanış oluncaya kadar.. güneşin ışıklarıyla hemdem oluncaya kadar..
Yine benzer bir şekilde
genellikle bir serkeşin arkadaşlığıyla girilen, “bi daha mı gelecen dünyaya”
düşkünlüğünün hâkim olduğu bazı ortamlarda nefs-i emmarenin “ne olacak canım, bir
kereden bir şey olmaz” çağrısına “olur” verenler, zamanla emreden nefsinin ve o
yanlışın kölesi, bağımlısı olurlar. Şu da bir gerçek ki bir yanlışa alışan
nefs, zamanla diğer yanlışları da yapmakta bir sakınca görmez..
Bir iş için gerekli olan
niteliklerin, yeterliklerin ve yeteneklerin bulunmadığı kişi de hata yapmaya
mahkûmdur. İşin ehli ve layıkı olmayanlar, bazen korkunç bazen absürt
hataların mimarı olurlar.
Bir de tecrübesizlik var
tabii.. Kişi teorik olarak istediği kadar bilgili olsun deneyimlenmemişse
bilgisi büyük ihtimalle hata yapar, hatta hata yapa yapa öğrenir birçok şeyi.
Ne demişler “Usta yapa yapa, çırak boza boza..”
Her birimiz, şöyle bir dönüp
geçmişimize baktığımızda şu veya bu sebepten, irili ufaklı, sonuçlarına bazen
üzüldüğümüz, bazen kendimizi affetmediğimiz, bazen de güldüğümüz bir sürü hata
görürüz. “Yapılma, yıkılmadadır;
topluluk, dağınıklıkta; düzeltme, kırılmada; murat, muratsızlıktadır... Her şey
buna benzer.. öbür zıtlar ve eşler de hep bunlar gibidir.” diyor Mevlana.
Yani çoğu zaman hatalarımız, günahlarımız, yanlışlarımızdır bize ”doğru”yu
bulduran.. Önemli olan hata
yapabilir olduğunu peşinen kabul edip yanlış yapmamak için teyakkuzda bulunmak
ve hata yaptığını anladığında affedilebilecek bir hataysa özrünü kabullenip
bağışlanma dilemek.. “Rabbena la tuahiznâ in nesîna ev ahte’nâ:
Rabbimiz, unuttuklarımızdan ve yaptığımız hatalardan bizi muaheze etme.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.