25 Haziran 2021 Cuma

“İYİ” BİLİRİZ

 


2016 YGS dini anlama ve bilme (“Din kültürü ve ahlak bilgisi” ifadesini özellikle kullanmadım, çünkü bu ifadeyle her karşılaştığımda kime ait olduğunu hatırlamadığım bir söz gelir aklıma: Dini, kültür; ahlâkı da bilgi olarak verirseniz ortaya ne dini bilen ve yaşayan ne de ahlaklı nesiller çıkar.) sorularından biri şöyleydi:

“Hz. Muhammed’in, kimin müflis (iflas eden) olduğunu sorması üzerine sahabeler, müflisin tüm parasını ve malını kaybeden kişi olduğunu söylediler. Bunun üzerine Hz. Muhammed, onlara şu şekilde bir açıklamada bulundu: “Benim ümmetimin müflisi şudur ki kıyamet günü namazla, oruçla, zekâtla gelir ama şuna sövmüş, buna iftira atmış, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüştür… Sevapları ona buna dağıtılır. Eğer borçlarını ödeyemeden sevapları biterse bu durumda diğerlerinin günahları alınıp ona yüklenir.”

Soruda verilen metinden hareketle Dindarlık, sadece ibadetlere indirgenemez.”, “Emirler kadar yasaklar da önemlidir.”, “İman olmadan ibadetlerin değeri yoktur.” ,“Söz ve davranışlar birbirini tamamlamalıdır.”, “İbadet ve ahlâk bir bütündür.” yargılarından hangisine ulaşılamayacağı soruluyordu.

Bu yıl din “kültürü” soruları bana göre ihtimamla hazırlanmış, güzel mesajlar içeren, nitelikli; öğrenci yorumlarına binaen zor sorulardı. Hatta mütedeyyin bir öğrencim biraz istihzayla “Hocam, beş soruda üç yanlışım var, imanımdan şüphe etmeye başladım .” demişti. Neyse konumuza dönersek doğru cevap “İman olmadan ibadetlerin değeri yoktur.” yargısının çıkarılamayacağı.. Soru kökünde verilen hadis-i şerifle vurgulanan, dinin emir ve yasaklarıyla, helal ve haramlarıyla hayatşumül olması, bütün hayatı her anıyla, her alanıyla kuşatan bir olgu olması, yani her an her işte “Allah azze ve celle, beni görüyor.” anlayışıyla hareket edilmesi. Bir anlamda şöyle de diyebiliriz: Hayatınızın her anını “ihsan” duygusuyla kontrol ederseniz işlerinizin ve yaşadığınız durumların hepsi ya vukuunda ya da neticesi itibariyle “hasen” yani güzel olur, iyi olur.

Evvel zaman içinde bir şiirimde; “Cevabını verdiğimiz sorular badel mevtte sorulur.” demiştim.  Hayat, dünyasıyla ukbasıyla bir bütün,  tabii ölümü bir bitiş, finish olarak görmeyenler için. Bu yüzden yaşadığımız dünya hayatında nasıl biri olduğumuz; karşılaştığımız her olayda ne düşündüğümüz, nasıl tavır aldığımız, verdiğimiz tepkiler, söylediğimiz sözler ve özellikle de evde, işte, sokaktaki (kamusal alanlardaki) ahlâkî duruşumuz, bize şu an çok “öte”lerdeymiş gibi gelen hâlbuki bir nefes uzaklıkta olan hayatımız için referans.

Mevzu buraya gelince aklıma gelen bir hadis-i şerifi anlatmak “vacip(gerekli) oldu”. Şöyle ki Hz. Enes’ten rivayetle sahabeler, yanlarından geçtikleri bir cenaze hakkında övücü, güzel şeyler söylediler, bunun üzerine Peygamberimiz (SAV) “vacip oldu” diye buyurdu. Sonra başka bir cenazenin yanından geçtiler ve onun hakkında kötü şeyler söylediler, bunun üzerine Peygamberimiz(SAV) yine “vacip oldu” buyurdu. Hz.Ömer, “Ya Resulallah!  Vacip olan nedir?” diye sorunca, Peygamberimiz (SAV) “Şunu “iyi” biri olarak yâd ettiniz, ona cennet vacip oldu; şunu da “kötü” biri olarak yâd ettiniz ona da ateş vacip oldu. Siz  Allah’ın yeryüzündeki şahitlerisiniz. buyurdu.(Buharî, Cenaiz, 86).

Bir başka hadiste ise şöyle buyuruyor Peygamber Efendimiz (SAV):   “Herhangi bir Müslüman kul ölür de yakın komşularından dört ev halkı kendisinin lehinde şahadet ederse,  Allah da  şöyle buyurur: “Ben sizin bildiklerinize dayanarak onun hakkında yaptığınız şahitliğinizi kabul ettim ve sizin bilmediğinizi (kusurlarını da) affettim.(Ahmed b. Hanbel, 3/242).

Rivayet odur ki cenaze merasimlerindeki “Nasıl bilirsiniz?, ‘iyi’ biliriz.” ritüelinin evveliyatı bu minvaldeki hadislere dayanır.  Filhakika buradaki “iyi biliriz” ifadesi, “iyilerden biri olarak biliriz” anlamındadır, ancak şuna da şahitlik ettiğimiz olmuyor mu oluyor:  Rahmetlinin hayattayken ne menem biri olduğunu, yaptığı haksızlıkları, sahtekârlıkları, yalan dolanları, kazdığı çukurları vs. “iyi biliriz”.

Evet toplumun sizin hakkınızdaki şahitliği diğer hayatınızdaki durumunuzu belirleyecek olan önemli bir karinedir. Bazıları kendini, yaptıklarını iyi bilmeyi yeterli görüyor olabilir ve fakat bu çok onaylanması mümkün olmayan subjektif bir bakış olduğu için yeterli de geçerli de değildir. Çünkü şeytan bize yaptıklarımızı süslü göstermiş olabilir. Tolstoy der ki: Herkes insanlığın kötüye gittiğini kabul eder ama hiç kimse kendisinin kötüye gittiğini kabul etmez. Bu genellikle böyledir, ekseriyetle insan doğru yolda olduğunu, yaptıklarının yanlış olmadığını düşünür. Bazen bir dostun çıkıp karşısına doğruları acı da olsa söylemesi gerekir.

Toplumun şahitliği dedik. Tabii toplum derken en yakınınızdan başlamak üzere uzağa doğru sizi tanıyabilecek kadar birlikte yaşadığınız, hemhal olduğunuz, hasbihal ettiğiniz, alışverişte, iş ve işrette bulunduğunuz vicdanlı ve salih kişiler şeklinde anlamak lazım. Yoksa kulaktan dolma bilgilerle, önyargılarla, araştırmadan soruşturmadan ahkâm kesen çiğsütler değil. Bu minvalde “Halka hizmet, Hakk’a hizmettir.” düsturundan esinlenerek şöyle söyleyebiliriz: Halkın şahitliği, Hakk’ın şahitliğidir. Bu yüzden sizi yakînen tanıyan insanların sizin hakkınızda ne düşündüğü, gıyabınızda ne söylediği çok önemlidir. Yoksa sizi tanımayan kişilerin size iftira atmaları, hakkınızda yalan yanlış ithamlarda bulunmaları, kara çalmaları Hakk katında muteber değildir. Onlar ancak sizin vebalinizi günahınızı boyunlarına yükleniyorlardır.

Bir de son zamanlarda sıklıkla duyduğum için şu hususu da eklemek zorundayım. Efendim, kimileri için derler ki, “ Kendisi karakter olarak, şahıs olarak çok iyi bir insan ama (hangi konumu işgal ediyorsa artık) çok iyi bir …. değil.” Noktalı kısmı siz “öğretmen, doktor, mühendis, avukat, idareci vb. doldurabilirsiniz. Yani işinde ehil değil. O zaman o konumun hakkını vermiyorsunuz, dolayısıyla birilerine zulmediyorsunuz demektir. İşte bundan da kaçınmak lazım. Kim her ne iş yapıyorsa onda en “iyi”si olmak için gayret göstermeli.  “İyi” biliriz’e bu da dâhil kanaatimce.

Sözü bir vakit not defterime karaladığım şu dizelerle bitireyim:

Akıl, hep “en doğruyu” arar,

gönül ise “en güzelini”..

hem en doğru hem de en güzel olan ise

fıtratda var olan “en iyi”dir..

“iyi” hem doğrudur, hem güzel..

”doğru” anlaşılır,

”güzel” görülür;

”iyi” ise sırf anlamakla ve görmekle fark edilmez,

”hissedilir”..

 

Mesut Yokuş

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.